2013 Nevruz’unun ‘farklı olacağı’ günler öncesinden belliydi. Diyarbakır Meydanı’nda Abdullah Öcalan’ın mektubu okunacaktı çünkü.
Adı terörle, şiddetle özdeşleşmiş İmralı sakini bu kez Kürtleri ‘barışa’ çağıracaktı. İçeriğini tahmin etmek zor değildi. Üç kez heyetler geldi, gitti, mektuplara karşı cevaplar yazıldı. Hava barıştan yanaydı.
Daha önce gerginliklere, kavgalara sahne olmuş meydan, sabah saatlerinde dolmaya başladı. Sadece Diyarbakırlılar değil, çevre şehirlerden gelenler de vardı. Meydanın görünür yerleri Öcalan’ın posterleriyle donatılmıştı. Türk bayrağının eksikliği göze çarpıyordu. Öcalan düne kadar ‘bebek katiliydi’, şimdi ise ‘barışın mimarı’...
Hazmı kolay değil. Başbakan Erdoğan’ın ‘baldıran zehri’ dediği de bu. Ülke, terör yorgunu. 30 yılı aşan bölücü şiddet, doğusuyla batısıyla Türkiye’yi çok örseledi. Nevruz sadece baharın değil, terörün de uyanışı anlamına geliyordu. Mayınlar, pusular, karakol baskınları, binlerce can gitti. Baldıran zehri gibi de olsa ‘silahlar sussun, kan dursun’ herkesin ortak temennisi oldu.
Sadece Türkiye’nin değil, bölge ülkelerinin, hatta dünya başkentlerinin de gözü Diyarbakır’daydı. Terör örgütünün uluslararası boyutu da var çünkü. İçeriği az çok belliydi ama bunun hangi kelimelerle ifade edileceği merak konusuydu.
Öcalan’ın mektubu iki farklı dilde okundu. Önce Kürtçe... BDP Milletvekili Pervin Buldan okudu. Buldan, İmralı’ya giden iki heyette de yer aldı. Köken olarak da Kürt... Türkçesi için ise kürsüye Sırrı Süreyya Önder geldi. Adıyamanlı, Kürt değil, Türk. Siyasetin sempatik ismi. Mektup uzun, 5 sayfa. Sıradan bir çağrı değil. Çözüm sürecinin en kritik aşaması.
Öcalan daha önce de defalarca ateşkes çağrısı yaptı. Ama bu kez farklı. Sadece ateşkes değil, devamı da var. Silahlı unsurlar sınır dışına çekilecek. Yani ateşkes kalıcı olacak. Güneydoğu’nun dağlarında eli silahlı teröristler dolaşmayacak.
Bana mektup, üslup ve içerik olarak meydandan daha Türkiyeli göründü. Ankara’da parti kongrelerinde duymaya alışık olduğumuz kelimelerin kullanıldığı ‘kardeşlik vurgusuyla’ başlıyor mektup. İşte metinden birkaç cümle: “Dicle ile Fırat, Sakarya ve Meriç kardeştir. Ağrı ve Cudi Dağı, Kaçkar ve Erciyes’in dostudur. Halay ve Delilo, Horon ve Zeybek’le hısım akrabadır.”
Bu üslubu ve benzetmeleri, Erdoğan da kullandı, Bahçeli de... Çanakkale, Kurtuluş Savaşı vurgusu bile var. Türklerle Kürtlerin omuz omuza mücadele ettiğinden söz ediyor. ‘Misak-ı Milli’ de var. Abdullah Öcalan’ın ne değişik isimlerle yazdığı kitaplarını ne de yazılarını yakından takip ettim. Seçtiği kelimeler ve ifade tarzı bana Öcalan’dan beklemediğim düzeyde entelektüel göründü. Bu cümleleri yazan bir ismin terör ve şiddetle özdeşleşmiş biri olduğuna inanmak zor.
Öcalan’ın mesajları çok net. ‘Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun’ noktasına geldik, dedi. Orada kalmadı. Bir adım ötesini de söyledi: “Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir.” Gayrı söz bitti. Sıra uygulamada. Mesajda bir tarih, bir takvim yok. Silahlar Türkiye topraklarını ne zaman terk edecek belli değil. Uzun zamana yayılmayacağı kesin. Haftalar veya aylarla ifade etmek mümkün.
2013 Nevruz’u yeni bir dönemin başlangıcı. Çözüm süreci dün resmen start aldı. Bu çağrının ne kadar etkili olacağını yaşayarak göreceğiz. Şu iki cümle mektuptan: “Bizi bölmek ve çatıştırmak isteyenlere karşı bütünleşeceğiz. Ayrışmak isteyenlere karşı birleşeceğiz. Zamanın ruhunu okuyamayanlar tarihin çöp sepetine giderler. Suyun akışına direnenler uçuruma sürüklenirler.” Çağrının yanında uyarı da var.
Kolay değil, zorlu bir süreç. Tuzaklarla dolu. Tarihin yönü, suyun akışı barış ve çözüme doğru... Haydi hayırlısı.