Eskiden Halep deyince aklıma kumaşlar, çarşılar, bezirganlar, kervanlar, yollar ve zenginlik gelirdi.
2012’de artık kurşunlar, havanlar, toplar ve gülleler geliyor. Ve sonra düşünüyorum, bir zamanlar Halep’te Alparslan yaşamıştı, Matrakçı Nasuh yaşamıştı, Özdemiroğlu Osman Paşa ile İpşir Paşa yaşamıştı. Evliya Çelebi kitabında Halep’i anlatmış, orada kısa müddet kalan birileri bile övünmek için “Ben Halep’te iken…” diye söze başlamayı övünç saymışlardı[1].
    Dedik ya, Halep, Alparslan demektir. Eski tarih kitapları, Sultan Alparslan’ın vasiyet ederek babası Çağrı Bey’in mezarının yanına gömülmeyi istediğini yazarlar. Çağrı Bey’in mezarı Merv bölgesindedir, eğer vasiyet yerine getirilebilmiş ise Alparslan da orada olmalıdır; gel gelelim Halep Kalesi’nde yine de Alparslan’a ait bir  mezar mevcuttur.
    Halep Matrakçı Nasuh demektir. Çünkü onun minyatür-harita karışımı kendine has kuşbakışı görüntü ve profil çizim üslubuyla oluşturduğu eserleri içinde en görkemlisi Halep’tir. Eserinde Halep’in Kanuni dönemindeki (halen harap edilmekte olan) bütün binaları ve hatta evleri tek tek görülebilir. İnsanların duyarsızlığı yüzünden Halep’ten geriye yalnızca Matrakçı Nasuh’un çizimleri kalırsa eğer, gelecek kuşaklar bu çizime bakarak kaybettikleri güzellik için yas tutacak ve o yas sırasında belki de bu katliama dur demeyenleri lanetle anacaklardır.
    Halep Özdemiroğlu Osman Paşa demektir. İran seferine çıktığında ordusu Halep’te kışlamıştır. Gel gelelim arkadan gönderilmesi vaat edilen hazine gecikecek ve bütün asker kışı parasız geçirecektir. Halep esnafı olası bir yağmadan tedirgindir. Asker, ihtiyaçlarını karşılayamayınca isyan noktasına varmıştır. Özdemiroğlu Osman Paşa tarihe geçecek bir tedbir düşünür ve bütün itibarını ortaya koyarak manda gönünden sikkeler kestirip çarşı pazar esnafına bir çağrıda bulunur. “Her kim bu gönden mamul sikkeleri bir altın itibar edip asker ile alışveriş yaparsa, hazine geldiği vakit gön sikkeler iki altın ile değiştirilecek ve herkese parası fazlasıyla ödenecektir.” Halep halkı bu dürüst ve dirayetli paşaya güvenir, üzerinde damga bulunan küçük gön parçalarını altın değerinde kabul ederek mal satar ve Halep’te asayiş sağlanır. Baharda İstanbul’dan hazine gelince Paşa tekrar tellal çığırtır ki elinde gön sikke olanlar getirip hakiki sikkeler ile değiştirsinler. Hayret ki hayret!.. Halep halkı, Özdemiroğlu’nun asaletini ve o zorlu kışı hatırlamak için gön sikkelerden üçer beşerini hatıra diye saklar ve İstanbul’dan gelen hazine neredeyse tamamen orduya kalmış olur. Halep Müzesi’nde iki örneği bulunduğu söylenen o sikkeler acaba şu son hadiselerden sonra yerinde duruyor olacak mı dersiniz?
    Halep İpşir Paşa demektir. Çünkü Halep valiliğine tayin edilince dirayet ve dürüstlüğüyle dikkat çekmiş ve şöhreti kendi vilayetinin sınırlan dışına taşmıştı. O yüksek ülkülerin adamıydı. Sancısı, Osmanlı devletinin XVII. yüzyıl ortalarındaki karışıklığı ve bozulan düzen idi. Devlet idaresindeki sakatlıkları düzeltme iddiasıyla etrafına adamlar topladı. Rüşvet her yeri sarmış durumdaydı ve Haleplilerin kendisine verdiği hediyeleri harcayıp şehir dışında bir sahra ziyafeti düzenledi. Katılanlara hitaben bir nutuk çekti. Yönetimdeki aksamalardan, halkın kötü durumundan ve çekilen sıkıntılardan bahsetti. İşlerin düzeltilmesi için yeniçeri ve sipahilerin iyi geçinmeleri gerektiğini anlattı ve  bunları barıştırmak gayesiyle birbirleriyle öpüştürdü. Sonunda da kanuna uymak adına birtakım kararlar alıp mecliste bulunan herkese yemin ile bu kararları kabul ettirdi. Ardından Diyarbekir, Bağdat, Erzurum, Sivas, Karaman ve sair Anadolu valilerine mektuplar yazarak Maraş’ta bir toplantıya çağırdı. Amacı memleketin kötü gidişatına bir nizam vermekti. Ama valiler onun gibi düşünmedi, toplantıya gelmediler ve paşanın teşebbüsü gibi hayalleri de  yarıda kaldı.
    Halep Mimar Sinan da demekti. Çünkü Sinan usta ilk eserlerinden sayılan Hüsrev Paşa ve Behram Paşa camileri ile Ahmediye, Şâbâniye ve Osman Paşa medreselerini burada yaptı. Sonraki zamanlarda Dukakinzâde Mehmed Paşa Külliyesi, -ki Adliyye Camisiyle birlikte dört çarşı, 157 dükkân, üç büyük hanı içine alıyordu-, 937 atölyenin yer aldığı Mehmed Paşa Külliyesi, 129 işlik içeren Gümrük Hanı , 344 dükkânı içine alan büyük çarşı ile Behram Paşa Külliyesi, sonradan İpşir Paşa’nın kurduğu büyük külliye, Gümrük Hanı ile Vezir Hanı, ve elbette İstanbul’u andıran uzun ince minareli camileriyle Halep, bugün Sinan üslubunu yansıtan en önemli şehirlerden biridir.  
    Ne diyelim!.. Ah Halep!.. Bereketi ve bolluğu harman eyleyen Halep!.. Sana kurşunlar değil Matrakçı’yı ve Sinan’ı koruyup yaşatacak bir Özdemiroğlu, yahut bir İpşir yaraşırdı amma…
[1] Zamanın birinde “Ben Halep’te iken şöyle yaptım, böyle ettim” diye övünmekten halkı bıktıran  biri, kasabanın kahvehanesinde “Ben Halep’te iken onbeş arşın atladım!” deyince onun palavralarından sıkılan  marangoz, çantasından arşını çıkarıp “Halep oradaysa arşın burada; atla görelim!” diyerek tarihe geçmiştir.