BALIKESİR’in son 50 yılını yaşayan, gören, bilen biri olarak örnek vermişimdir her daim; 
AK Parti öncesi ve sonrası diye.. 
Köyden kasabaya, beldeden şehre dönüşüne şahitlik ettim yaşadığım ilin. 
O yüzden hatırlatıyorum dünle bugünü, tarihe not kalsın diye.
Bugün yaşı 25 üzeri olan her kardeşim hatırlayacaktır. 
Susurluk karayolu, “ölüm yolu” diye bilinirdi. Hemen her gün oluşan kazalarda can kayıpları yaşanırdı. Körfeze gidip gelirken Şapçı rampasını aşmak işkence gibiydi.
İki hava alanı vardı ama uçmak hayaldi. SSK Hastanesi rezillikti. Devlet Hastanesine herkes gidemezdi. Muayenehaneye uğramayana, adam yerine konulup bakan olmazdı!
Üniversite var, fakülteleri kağıt üzerindeydi. Çünkü bina yapacak para yoktu! Kampüs alanında yeller eserdi. Tıpkı yöredeki hayvanlara yıllarca mera hizmeti veren Organize Sanayi Bölgesi gibi..
Hani bugün il merkezinin en kıymetli, en gözde semtleri var ya.. Ayakkabının üzerine naylon poşet geçirmeden girilmezdi o güzelim Paşaalanı ve Bahçelievler’e.. Elektrik götürülemeyen kesimleri vardı.  
Bandırma’dan Edremit’e, Ayvalık’tan Dursunbey’e, Bigadiç’ten Gönen’e.. Balıkesir her ilçesiyle “bizi kalkınmada öncelikli yerler arasına alın” diye ağıtlar yakardı..
Bugüne bakın. 
Cumhuriyet tarihinde yapılamayan işlerin sığdırıldığını göreceksiniz son 14-15 yıla..
Tüm bunlar ‘tek adam’ sayesinde gerçekleşti.Bunu değerli meslektaşım Süleyman Özışık çok iyi anlatmış. Özetleyerek paylaşmak istedim.
***
27 Mart 1994 yerel seçimlerinde bir adam çıktı ortaya. "Benim adım Recep Tayyip Erdoğan. Bana oy verirseniz, İstanbul'u kısa sürede yaşanabilir dünya şehrine dönüştüreceğim" diye söz verdi.
Millet ona inandı, güvendi, “Başkan” seçti. 
Genç nesil o günlerin İstanbul'unu çok iyi bilmez. İnsanlar hava kirliliğinden dolayı nefes alamadığı için sokaklarda gaz maskeleriyle dolaşırdı.
Bırakın sokakları, caddelerde biriken çöpler bile haftada bir toplanırdı.. O günün gazeteleri, "Kaldırın şu pisliği" diyerek yerel yöneticilere ateş püskürürdü.
Suları akmazdı mega kentin...Haftada belki bir gün, bir iki saat, o kadar! Şehrin belli noktalarındaki kuyu çeşmelerinde kıyamet gibi kuyruk olurdu. Sıra kavgası yüzünden cinayetler işlenirdi.
Haliç, İstanbul'un merkezindeki bir bataklıktı. Kokusuna tahammül edilemezdi.
Doğalgaz yoktu.
Daha doğrusu vardı da Türkiye'nin getirecek imkanları yoktu. Göğe uzanan binaların bacalarından katran karası dumanlar yükselirdi. 
Uzatmayayım...
Recep Tayyip Erdoğan böyle bir şehrin ‘Başkan’ı oldu. Sadece 5 yıl görevde kalabildi!
“Tek adam” olarak!
O 5 yılın sonunda sokak ve caddelerdeki çöp dağları yok oldu. Bataklığa dönüşen Haliç temizlendi, masmavi bir göz bebeğine dönüştü.
Doğalgaz hizmeti yıldırım hızıyla yayıldı, hava kirliliğinden eser kalmadı.
Kuş uçmaz, kervan geçmez yerlerden akan suların güzergahı İstanbul'a döndürüldü. Dağlar, bentler aşıldı ve İstanbul hasret kaldığı suya kavuştu. 
Bugün IMF'ye olan borç nasıl kapatıldıysa, o gün belediyenin dağlar kadar borcu da aynı yöntemle kapatıldı. 
1999 yılında Recep Tayyip Erdoğan Siirt'te şiir okuduğu bahanesiyle hapse atıldığında herkes karara isyan etti.
Kimse arkasından kem söz söyleyemedi. "Sözünü tutamadı" diyen, "Çaldı, çırptı" diyen bir tek adam olmadı. 
Hapisten çıktığında bu kez, “Bana oy verirseniz bu ülkeyi virüs gibi saran pisliklerden kurtarırım” diye söz verdi. Bu kez Türkiye O'na güvendi, yetki verdi.
Yanına aldığı güvenilir bir kaç adamla birlikte canını ortaya koyup çalıştı.  "Bitti, battı" denilen Türkiye'yi ayağa kaldırdı ekibiyle beraber. 
IMF ve Dünya Bankası'na olan borçları bitirdi. Koca Türkiye'yi koca bir şantiyeye çevirdi.  Patikaları duble yollara, kara trenleri hızlı trenlere dönüştürdü. Dağların içine asfalt, denizle-rin altına ray döşedi. 
Parası olmadığı için hastanelerde rehin kalanları kurtardı. Kitap alamadığı için çocuğunu okutamayanların imdadına yetişti.
Karşısına bin tane engel çıkarıldı. Kah partisi kapatılmak istendi, kah e - muhtıra yedi. Kah Anayasa Mahkemesi'nin uyduruk kararlarına takıldı, kah bürokratik engellemelere...
Gezi'yi yaşadı, geri adım atmadı. 17/25 Aralık'ı yaşadı pes etmedi. Kanlı darbeyi gördü, “Ölümüne, ölümüne” diyerek üzerine çığlıklar atarak gelen ölüme meydan okudu.
Değer verdiği her şey onu tuzağa çekmek için kullanıldı. 
Dostluğa değer verdi, dostlarının ihanetini gördü. Dini inançların özgürlüğüne  önem verdi, dindar görünen dinsiz bir hain tarafından sırtından hançerlendi.
Aldatılan, kandırılan oldu belki ama asla kandıranlardan, aldatanlardan olmadı. Hayatının her döneminde zayıf olana değil, zalim olana, hain olana karşı zalim oldu.
Özetle...
1994 yılında, "Beni başkan seçin, İstanbul'u pisliklerinden temizleyeyim" diyen ve sözünü tutan adam bir kez daha yetki istiyor. 
“Ne kadar mücadele edip çabalasam da ülke bu sistemle yerinde sayıyor. Beni bir kere daha başkan seçin, Türkiye'yi bütün eski pisliklerinden temizleyeyim” diyor. 
Karşısındakiler buna, “Tek adam olmaz” diye itiraz ediyor.
Ben de diyorum ki...
Tek adamsa tek adam! İstanbul bu adam sayesinde, Türkiye bu adam sayesinde düze çıktı! 
20 koca yıldır etrafa dönüp baktığımızda Türkiye'yi yönetebilecek kabiliyette bir “Tek adam” görüyorsak bu bizim eksikliğimiz değil, sizin yobazlığınız!
Keşke siz de adam olsaydınız da yanına birkaç adam daha katabilseydiniz!
***
Ben bu enfes yazıya şunu ekleyip nokta koymak istiyorum.
Tüm bunları bilen, gören, yaşayan bana,
Kalkmış birileri ıkınmadan-sıkınmadan soruyor; 
“Tek adama niçin EVET oyu vereceksin” diye.  
Allah aşkına! 
Başka bir ‘tek adam’ var da ben mi oy vermiyorum?..
Nokta
...
12 NİSAN 2017