Felaketin 104. saatine ulaştık. Televizyon kanallarında bir yandan mucize kurtuluş ve kurtarılışlar, bir yanda yürek parçalayıcı yakınmalar, yalvarmalar, bir yanda ülkemizin her yanından gönderilen yardımlar gösteriliyor. Yine kanalların olmazsa olmazı yer bilimine ilişkin öğretim üyeleri. İlk iki gün adlarını sıkça duyduklarımız, şimdi yeni duyduğumuz hocalar, ezberlediğimiz ve artık gözümüz kapalı çizebileceğimiz fay haritasının önünde anlatıyor, anlatıyorlar. Televizyon sunucuları aynı şeyleri dinlemekten, izleyicilere aktarmaktan artık uzman oldular.

Sevgili dostlarım, bildiğiniz benden iyi gördüğünüz görüntüleri size tekrarlamanın gereği yok.

Bu kadar büyük alanda, bu kadar büyük ve hızlı yok oluşun bırakacağı sorunlar bir haftada, bir ayda, bir yılda giderilecek gibi değil. Hayatta kalanların travmadan sıyrılması, yaralarının sarılması normal hayatına, işine gücüne başlaması ne kadar sürer?

Söyleyecek, eleştirecek, zaman zaman isyan edecek çok konu var. Hangi kesimden olursanız olunuz, kimimiz açıktan, kimimiz içimizden geçiriyoruz. Gün gelir durum ortaya dökülür, artılara teşekkür edilir, eksilerin, ihmallerin hesapları sorulur.

Ele almak istediğim konu farklı. Derler ki, “Türk gibi başla, İngiliz gibi bitir.” Bazıları Almanları da ekler, bu sözü, “Türk gibi başla, Alman gibi sürdür, İngiliz gibi bitir,” diye söylerler. Alman’ın disiplin ve kararlılığını, İngiliz’in kendi yararına sömürüye çevirişini biliyoruz. Türk gibi başlamak ne oluyor?

Efendim, millet olarak her şeyden önce duygusalız. Coşkuluyuz, tez canlıyız, girişimciyiz ama enine boyuna düşünmeden, hesap kitap yapmadan gözü kapalı dalıveririz. Kararlı, disiplinli, sabırlı sürdürme konusunda zayıfız.

Buradan sözü yardımlara getirmek istiyorum.

Milletçe içimiz kan ağlıyor, enkaz altında ölen, kurtarılmayı bekleyen, kurtarılan, yaralı veya ayakta olan binler, on binler, yüzbinler ve milyonların acılarını yüreğimizde duyumsuyor, onların sıkıntısına ortak olmak, karınca kararınca içimizden geleni merkezlere gönderiyoruz.

Bir yanda acil ihtiyaç var. Bir yanda gönderilenlerin, yiyecek içeceklerin bir ömrü var. Deprem bölgesine, tasnif edilmeden gelişi güzel gönderilmiş, açılmış ve çamurlar üstünde yığılmış yardım giysileri var. Uzun sözün kısası, bu çok uzun mesafeli, soluk isteyen koşu. Bir atım barut olmamalı. Yardım yapmak isteyen bölge, kişi, kurumların listesi alınıp, koordineli bir şekilde, belirlenen yörelere yönlendirilmeli.

Unutulmamalı ki, toplumda yardım eden kişiler saygı gördükleri için “veren eli herkes öper,” demişler.

Ne güzel ata sözlerimiz var:

*Ne verirsen elinle o gelir seninle.

*El el ile, değirmen yel ile.

*Bir elin nesi var, iki elin sesi var.

*Birlikten kuvvet doğar.

*Nerede birlik orada dirlik.

*Komşu komşunun külüne muhtaçtır.

*Kele, köseden yardım gelmez.

*Baş başa vermeyince taş yerinden kalkmaz.

*El eli yıkar, iki el de yüzü.

*Ekmeğini yalnız yiyen yükünü dişiyle kaldırır.

Hani baştan beri diyoruz ki özellikle bu günler birlik, beraberlik içinde yaraları sarma günüdür. Aşık Veysel diyor ki:

“İtimat edersen benim sözüme

Gel birlik kavline girelim kardaş

Birlik çok tatlıdır benzer üzüme

İçip şerbetini duralım kardaş…”

Bir başka şiirinde “VEYSEL sapma sağa sola / Sen Allah’tan birlik dile / İkilikten gelir belâ / Dava insanlık davası..” demekte.

Bizim geleneklerimiz, toplum yaşamında, dayanışmayı, yardımlaşmayı, birlikte olmayı öngörür. Denir ki, “Yan yana oturmak değildir birlikte olmak. Eğer aynı türküyü söylüyorsa yürek birlikteyiz demektir.”

Yıllarca sıkıntılarını göz ardı ettiğimiz Uygur Türkleri derler ki: “Sağlam göz ağlasa, kör gözden yaş çıkar.

Mevlana’ya kulak kabartıp, bu günkü yazımı Hz. Ali ile noktalayacağım. Aynı konuya yarın da devam etmek istiyorum. Elbette okuyan olursa.

Mevlâna: “Güçlük kolaylıkla beraberdir, kendine gel, ümidi bırakma! Akıllı insan bilir ki, ölümün arkasında bile daha güçlü bir hayat beklemektedir.”

Hz. Ali: “Büyük günahların kefâreti, zulme düşenlere yardım etmek, acze düşenleri ferahlandırmaktır.”