Bu şehri seviyorsan nerede doğduysan doğ, nereden geldiysen gel Susurluklusun.

Ah bir de değerini bilsek bu şehrin…

Şeker Fabrikasını kurduk, pancarını ekmedik.

Hayvancılık yaptık, birlik olup kendimizi geliştiremedik.

Bizim esnafımız siftahsız kapatırken elin yabancı markalarını almak için kuyruğa girdik.

Sokağına çıktık, sokağa adını verenlerin hikâyesini öğrenmedik.

Bir eski bina yıkıldı, hatırasına sahip çıkmadık…

Sokak çeşmelerini kuruttuk, tıpkı arkadaşlıklarımız gibi…

Hep selam verdiğimiz insanlar hastalığında, yaşlılığında yüzlerine bile bakmadık…

Bırakın yüzlerine bakmayı cenazelerine gitmedik cenazelerine…

Köyden kasabaya, kasabadan şehre dönüşen Susurluk gelişirken, yolda bir şeyleri kaybettik…
Selamı unuttuk meselâ…

Komşuluk bozuldu, aynı apartmanda oturup birbirini tanımayan insanlar olduk.

Ahşap evleri yıktık, yerlerine ruhsuz binalar diktik.

Toprağın kokusunu unuttuk.

Bir zamanlar top oynadığımız arsalarda,

Burhaniye Camiinin karşındaki bisikletçiden bir tur için 25 kuruş verip kiraladığımız bisikletlerde, çocukluğumuzu bıraktık.

Çocuk sesleri eksildi sokaklardan; yerini inşaat gürültüsü aldı.

Tıpkı Ramazanlarda Top Bayırında patlamasını heyecanla beklediğimiz ramazan topunun yerini havai fişeklerin aldığı gibi…

Kapı önlerinde oturan annelerimizin “Komşu hadi çay içelim” muhabbetlerini…

Bayramlarda komşuları dolaşıp el öpmeyi,

İmeceyle yapılan yufkaları, çepitleri, erişteleri,

Birlikte yorulmayı, birlikte gülüp birlikte ağlamayı da unuttuk…

“Bizimdi” dediğimiz her şey yavaş yavaş silinip gitti hayatımızdan.

Kendi hikâyemize yabancılaştık.

Küçücük bir detayda bile koca bir tarih gizliyken, o detaylara sırt çevirdik.
Hatırlayan sustu, hatırlamayan umursamadı.

Oysa bu şehir, insanlar unutsa da geçmişini taşır sırtında…

Yalı Gazozunun serinliğinde yazlık Meramses’te izlediğimiz filmlerde,

Garajdaki Güneş Kahvesi’nde, Dayıoğlu’nda, Adanalılar’da, Hacı Kâmil ve Hüseyin Yaşar kardeşlerin dinlenme tesislerinde içtiğimiz çayın deminde ne çok anı vardı…
“Babadan çiftçi anadan köfteci” sloganıyla Mavi Köşe 78 Çorba ve Izgara Salonu’nda Mustafa Kara’nın elinden çıkan köfteler gibi başka yerde olmayan tatları,
Ayrancı Şükrü’nün bakır güğümde çalkalayarak köpürttüğü ayranı…

Abdurrahman Çavuşun ferik elmalarını,

Şerafettin Abinin adam doyuran poğaçalarını,

Hüseyin ve Necati Abilerin sabah erkenden çıkardıkları börekleri,

Terzi Nuri Arda’ya, Sabri Dündar’a, Arif Boran’a diktirilen takımları,

Tarihi çınar Saffet Ünder’i,

Radyocu Suat Gülen’i, Televizyoncu Vedat Aydın’ı

Sobacı Yusuf Dede’yi, Saatçi Yusuf Demirense’yi, Dondurmacı Şerif Aka’yı,

Ayakkabı tamircisi Mahmut Açılan’ı Kırtasiyeci Halim ve Necdet Kaptan’ı, Sünnetçi Nazif Erkesen’i, Lokantacı Seyfi Ustayı, Baharatçı Hacı Abdurrahim’i, Hafız Hayri’yi, Gazete Bayisi Muzaffer Bağırgan’ı, Nuri Eroğlu’nu,

Ve daha nicelerini zamana yenik bıraktık.

Zaman hızla geçti biz yavaşlamayı beceremedik.
Var ya…
Biz bu şehri sevmeyi unuttuk…