Eski Maarif Nazırı Emrullah Efendi; “Şu mektepler olmasaydı, ben bu maarifi ne güzel idare ederdim” demiş ya sözde..
Bugün bizde de “ah şu gazeteciler olmasaydı, meseleler daha iyi çözülür, anlaşılırdı” diyenlerin sayısı az değil maşallah!
O zaman gelin bir hikaye anlatayım da.. Böyle düşünenleri bir an için “peşin satan adam” moduna dönüştüreyim.
Hazırsan başlıyorum.
***
Günlerden bir gün ülkede kriz gerçekleşmiş, iki genç Türk gazeteci atmışlar kendilerini yurtdışına. Bir iki hafta orda burda zaman geçirip, hayatın tadını çıkartmışlar. Sonra, cepte ekmek parası kalmayınca iş aramak için kapıları çalmaya başlamışlar.
Bir gün, iki gün, bir hafta, iki derken, ümitleri iyice kırılmaya başlamış. O sırada bir ilânı görünce gözleri parlamış: "Çiftlikte çalışacak işçi aranıyor". Koşarak gitmişler..
Çiftlik sahibi, tepeden tırnağa süzmüş bizimkileri.. Sonra ellerine birer kürek tutuşturmuş. Büyükçe bir ahırın kapısına götürmüş.
Günde üç öğün yemek, saati 10 avro karşılığı ahırdaki gübreyi 50 metre ilerideki kuyuya taşımalarını istemiş. Yatacak yer de vermiş.
Umutsuzluktan umuda ulaşan bizim gençler, bir haftalık işi iki günde bitirivermişler. Ahır pırıl pırıl olmuş.
Çiftlik sahibi ağzı kulaklarında! Bizimkilerin çalışmalarından son derece memnun. Çiftlikte sürekli iş önermiş.
Bizimkiler, bir daha sokaklara düşmemek için kabul etmişler.
Adam, bu kez onları tavuk çiftliğine götürmüş. Makinenin başına gelmişler, anlatmış olayı. “Düğmeye basın yürüyen bant çalışmaya başlar. Önünüzde iki kutu var, irileri sağ taraftakine, küçükleri sol taraftakine koyup kutuları bantlayıp ait oldukları kolilere yerleştireceksiniz. İş bu kadar basit. Hadi bakalım size kolay gelsin” diyerek gitmiş.
Geçmişler bizimkiler birer tarafa basmışlar düğmeye, bant hareket etmiş. Önlerine bir yumurta gelmiş. Almışlar ellerine bakmışlar, bakmışlar; "İyi mi, kötü mü, büyük mü, küçük mü?" tartışmaya başlamışlar aralarında.
Bu arada, bant akmaya devam etmiş ve yumurtalar bantın ucundan çöp tenekesine düşmeye başlamış.
Çiftlik sahibi tesadüfen gelmiş yanlarına bakmış. Onlarca yumurta boşa gidiyor. Bizimkiler hâlâ ellerinde bir yumurta tartışıyor.
Durdurmuş bantı; "Ne yapıyorsunuz?" demiş kızgınlıkla.
Bizim gençler şaşkın bakınca, “Siz Türkiye'de ne iş yapıyordunuz?” diye sormuş.
“Gazteciydik!”
“Belli” demiş adam ve eklemiş;
“Bok atmayı çok iyi beceriyorsunuz ama, iyiyle kötüyü ayırt etmeyi bir türlü beceremiyorsunuz!”
Durup dururken bu hikâyeyi neden mi anlattım. Hemen söyleyeyim sevgili okur.
O kadar çok başımı ağrıtan var ki bugünlerde gazetecilikle ilgili..
Hiçbiri de kalkıp “hem nalına, hem mıhına” diyemiyor.
Hiçbiri de kalkıp “hem nalına, hem mıhına” diyemiyor.
Her iki tarafta kendi sorumluluğunu unutup, tereyağından kıl çekercesine alıp topu bana atıyor..
Hadi o zaman genel istek üzerine şu eski nasihatla devam edelim.
Hadi o zaman genel istek üzerine şu eski nasihatla devam edelim.
***
BİLİYOR MUSUN;
KABAHATİN ÇOĞU SENİN
BALIKESİR’de, Bandırma ve Edremit’te.. Etkili, yetkili veya sokaktan kiminle görüşsem, karşılaşsam.. İki kelimelerinden biri “gazeteciliğe çamur atmak” oluyor!
Gazeteciliğe diyorum çünkü, ayırt etmiyor kimse iyiyle kötüyü, güzelle çirkini.
Sorup soruşturmuyor da..
Elmalardan biri çürükse, hepsini aynı kefeye koyuyor!
Atıyor topu bizim camiaya; “ayıklayın kardeşim” diye hesap soruyor üstüne üstlük.
Bak güzel kardeşim!
Ayıklayacağız ayıklamasına da sen bize hiç yardımcı olmuyorsun ki..
Hem “çamur atıyor” diyorsun, hem de eli kirli olanı seviyorsun!
Hem “yatak odama giriyor” diyorsun, hem de pencere ve kapınla birlikte cüzdanını açıyorsun!
Hem “tehdit, şantaj” diyorsun, hem de “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyerek besliyorsun!
Hem “böyle gazetecilik, habercilik mi olur” diyorsun, hem de “bugün kime çamur attı” diye herkesten çok merak ediyorsun.. Uyku girmiyor gözüne “ilk ben bileyim, göreyim” hevesinden!
Hatta bununla da yetinmiyor, kıs kıs gülüyorsun!
Keyif alıyorsun. Bu kadarla kalsan iyi..
İspiyonculuk da yapıyorsun.
Ayrıca yazılanı çizileni görmeyene gösteriyor, bilmeyene duyuruyor bire on katarak anlatıyorsun.
Dedikoduyu da seviyorsun ya. Hem başkasının üzülmesi, senin sevincin..
Acısı mutluluğun oluyor ya.. Hem nasıl olsa yılan seni sokmuyor ya.. ‘Sıkıntı yok’ diyorsun!
Keyif alıyorsun. Bu kadarla kalsan iyi..
İspiyonculuk da yapıyorsun.
Ayrıca yazılanı çizileni görmeyene gösteriyor, bilmeyene duyuruyor bire on katarak anlatıyorsun.
Dedikoduyu da seviyorsun ya. Hem başkasının üzülmesi, senin sevincin..
Acısı mutluluğun oluyor ya.. Hem nasıl olsa yılan seni sokmuyor ya.. ‘Sıkıntı yok’ diyorsun!
Sıra sana gelince de, çok af edersin ama, ciyak ciyak bağırıyorsun..
**
**
Bak güzel kardeşim!
Ben kabahati, çamur atanda, özel yaşama alanına girende bulmadım, bulmam da..Onların işi,mesleği(!) bu..
Sen tıklamasan.. okumasan.. izlemesen.. beğenmesen.. En önemlisi bilmeyene de duyurarak yardım ve yataklık etmesen var ya..
Namerde muhtaç kalırlar...
Namerde muhtaç kalırlar...
Sözün özü;
Bir camiayı aynı kefeye koymadan önce şu soruyu sorun kendinize: “Biz bu işin neresindeyiz?”
Bir camiayı aynı kefeye koymadan önce şu soruyu sorun kendinize: “Biz bu işin neresindeyiz?”
Arz-talep meselesidir her şey..
Unutmayın bunu..
Unutmayın bunu..
...
------------ GÜNÜN SÖZÜ ------------
Akıllı ve zengin olmak zorunda değiliz ama, dürüst olmak zorundayız.
22 ŞUBAT 2017