Hangi kelimeyi koysak yetersiz kalacaktı başlık olarak.

Hukuk kabusu?..

Facia?

Garabet?

Hukuk dışı?..

Hiçbiri yeterli değil, durumu en iyi tasvir eden bugünkü tabloda dehşet bir şey, ötesi yok.

Anayasa’yı yargı organları ihlal ederse n’olur?..

Mahkeme, normlar hiyerarşisini bozarsa n’olur?..

Alt mahkeme, üst mahkeme ayrımı yok olursa n’olur?..

Anayasal hükümlere rağmen, her organ, kurum ve kişileri bağlayıcı olan Anayasa Mahkemesi kararlarına kah yerel mahkeme, kah Yargıtay kafa tutarsa n’olur?..

Geçiniz hukuk devleti olamamayı; geçiniz uluslararası hukuk liginde yıllar boyu aşağı yönlü ivmenin keskin bir dibe vuruşla sonuçlanmasını…

Ne ülkeye yatırım gelir ne uluslarasası hukuk bazında dinlenilirliğiniz kalır ne de sizi dünyada ciddiye alırlar…

Hemen parantez açalım sırası gelmişken…

140 ülkeyi almışlar hukukun endeksini ölçmüşler, son sıralamada 140 ülke arasında Kenya’nın bile gerisinde 116. Türkiye!

Siyasetin, yasamanın, yürütmenin, yargının ağlaması gerek; kimse oralı değil…

Son dehşet ötesi Yargıtay vak’ası hepsinin üstüne tuz biber, önümüzdeki endekste 130.sıranın altına inersek kimse şaşmasın.

Yargıtay’ın Anayasa Mahkemesi kararını kaale almaması, suç duyurusu falan hiçbiri hukukla yorumlanabilecek bir husus değil. Biraz olsun hukuk nosyonu almış, biraz olsun hukuk koklamış birinin bu olup biteni izah edebilecek bir akli yeterliliği yok, çünkü bu kafa tutmanın ne hukukla, ne akılla ilgisi var.

Sözün bittiği yerdeyiz, ülkemiz adına çok ama çok kötü bir durumdayız ve Yargıtay’ın hukuk devletine verdiği bu hasar ve dibe vuran güven geri dönebilecek mi, hiç umutlu değiliz.

Keza dehşet manzarası sadece bununla sınırlı da değil…

Yargıtay Anayasa Mahkemesi kararına kafa tutarken, kamuoyunda Dezenformasyon Yasası olarak bilinen yasanın iptal istemini görüşen Anayasa Mahkemesi oy çokluğuyla, altını çizelim oy çokluğuyla iptal istemini reddetti.

Oy çokluğuyla verilen bu karar bile hukuk dünyası tarafından olabildiğince eleştirilirken şimdi bu karara da saygı duyma zorunluluğumuz yok mu?..

İptal gereklilikken red kararı çıkıyorsa, sevdiğimiz kararda Anayasa Mahkemesi’nin yanında olacağız, sevmediğimiz kararda olmayacak mıyız?..

Benim hakimim senin savcın gibi tablo, siyasetin eseridir, gözleri aydın!

Yargı mensubu seçim zamanı istifa edip milletvekilliğine adaylık koyuyor, sonra seçilemezse göreve geri dönüyor; sonra o hakim savcı tarafsız ve bağımsızlığına devam ediyor öyle mi? 

Yine bir parantez açalım, yargı mensubu ya siyaseti ya yargıyı seçmelidir, bu şekilde bir düzenleme şarttır.

Dehşet sadece mahkemeler bazında sürmüyor..

Kentsel dönüşüm çerçevesi altında öyle bir yasa çıktı ki (muhtemel mülkiyet hakkı ihlali nedeniyle bu da AYM tarafından iptal edilecek) evinizde hiç hasar falan yoksa, idarenin gözünü kestirdiği bölge rezerv alanı ilan edilip el konacak, tahliye edilecek ve idarenin vereceği bir yere taşınacaksınız, iyi mi?..

Böyle bir yasal düzenleme olabilir mi ama oluyor, akıl tutulması ve hukuk dehşeti ülkenin kaldıramayacağı bir ağırlıkta devam ediyor ve bunların hepsi bir iki gün içinde oluyor…

Geçelim… Dehşetin biteceği yok…

Tam da bu olup bitenin ortasında Adalet Bakanının söylediklerini okuyoruz, izliyoruz medyada:

Hukuk Fakültesi sayısı fazlaymış da hukuk mezunlarına sınav gelecekmiş de, herkes avukat olamayacakmış da, hakim yardımcılığı tesis edilecekmiş de…

Peki bu tabloyu ortaya çıkaran kim?

Hukuk Fakültelerinin bu kadar çoğalmasının sorumlusu kim?..

20 yıl önce kaç fakülte vardı, şimdi kaç?..

Görevde ola hakim ve savcıların kaçta kaçının mesleki kıdemi 3-4 yılın altında?..

Son on yılda avukat sayısı yüzde yüzleri aşan sayıda arttıysa bunun müsebbibi kim?..

Bile bile lades, bile bile kaliteyi, niteliği bozmak, kendim ettim kendim buldum, yıktın perdeyi eyledin viran….

Sonra hukuku mezunlarına sınav gelecekmiş de sınavı geçemeyen staja başlayamayacakmış da…

Bu arada kaç kere avukatlık stajı sonrası sınavı da geldi kalktı geldi kalktı hatırlıyor musunuz?..

Hukuk mezunu çokmuş…

Doğrudur, hepsi gökten zembille indiler zaten hepsi…

Dehşet tablo öyle çok yönlü ki…

Mülakatlarla siyasileşen, HSK’nın başında bakan olan bir sistemde bu tablonun başka türlü olabileceği mümkün müydü?..

Geliyordu gelmekte olan.

Bakan da öyle bir konuşuyor ki; insanın “siz nerede yaşıyordunuz, bu tablo kimin eseri” demeden geçmesi mümkün değil.

Gerçek hukukçular bangır bangır feryat ederken, yapmayın etmeyin derken…

Ne Anayasa kaldı, ne Anayasa Mahkemesi, ne liyakat, ne sistem, ne hukuk!

Hukuk olmadığı zaman Maliye Bakanı uzaya da gitse para da bulamaz, getirecek yatırım da!