Komünistlik nasıl bir şeydi?

Tam olarak bilmezdik. Bahsederken herkes kötü kelimeler kullanıyordu.

Dinsizlik, imansızlık, ahlaksızlık, namussuzluk... Böyle kelimeler.

Halk arasında yaygın yargılardı bunlar.

Bir gün, mahsustan sormuştum, komşumuz (rahmetli) Fazlı Coşkun’a.

‘Komünistler karısını kızını kıskanmaz, kimin eli kimin cebinde belli değil’ gibi laflar etmişti, benim kullandığımdan daha kaba kelimeler kullanarak.

Yani, halkın komünizme bakışı aşağı yukarı böyle.

Tabii ki, benim bilgi kaynağım Tuluğun Fazli’yle sınırlı değildi.

Kitaplara, dergilere az çok ulaşabiliyordum.

O yıllarda, yani 60’larda, 70’lerde gazetelerde, mecmualarda okuduğumuz sürgün haberleri, ‘esir Türkler’ edebiyatı bu yargıları kısmen de olsa destekliyordu.

Sonradan, daha bağımsız okumalarımız, komünizmin bize uyacak bir ideoloji olmadığını gösterdi.

Evet, sınıf çatışması, sınıf bilinci, kapitalizm yerine kamu mülkiyeti, anti emperyalizm söylemleri, eşitlik ve saire kulağımıza hoş geliyordu.

Bu söylemleri dengeleyebilecek tezlerin İslam külliyatı yeniden okunarak üretilmesi bizi tatmin ediyordu.

Amerikan emperyalizmini, batı merkezli kapitalizme karşı çıkmak için komünist olmak zorunda değildik.

Şunu da öğrendik zaman içinde.

Bize uymaz ama, -dinsizliği bir kenara koyarsak, çünkü komünizmin içinde dinin dışlanmasına, sakıncalı görülmesine yetecek kadar materyalizm var- namussuzluk, ahlaksızlık gibi yargılar hayli sübjektif.

Böyle şeyleri bir dine, bir ideolojiye isnat etmek sağlıklı olmaz.

Her dinin, her ideolojinin mensupları arasında bu kötülükleri hatta daha fazlasını irtikap edenler olur.

Bir gün Ali Dayım bana ciddi ciddi sordu. Ormana, oduna gidiyorduk.

“Yusuf, bu komünistlik kötü bir şey diyorlar. Nasıl bir şey sen biliyor musun?”

“Dayı” dedim, “Senin evin olmuyor, tarlan olmuyor, dükkanın olmuyor.”

Daha ortaokul çağındaydım, aklım o kadarına eriyordu.

“Her şey devletin. Devlet sana bir ev veriyor ama senin değil. Tarlada devlete çalışıyorsun. Maaş alıyorsun” böyle şeyler.

“İyiymiş” dedi dayım.

Neden öyle demiş olabilir?

Herhalde yoksulluktan.

Sovyetler çözüldükten sonra Rusya’ya veya Orta Asya’ya gidip gelen işadamları izlenimlerini anlatırken...

“Cazip bir şey yok. Mağaza vitrinleri, çarşılar aman aman şunu alayım diyeceğin bir şey bulamazsın. Fakat ucuzluk var. Giyim eşyaları, yiyecek içecek... Elektrik, doğalgaz...” Diye biraz da küçümserken...

Bir defasında demiştim ki, “Böyle anlatıp durma, 142-142’den başın derde girebilir.”

Çünkü böyle ucuzluklar, şehrin yoksulları için o zaman da cazipti.

***

Neyse, Sovyetler dağılınca komünizme sövüp saymalar durdu.

ABD için bir tehdit olmaktan çıkmıştı artık.

Şimdi istersen kendi kendine söv say. Amerika’yı ilgilendirmiyor. Bedava söversin. Cebine bir şey indiremezsin. Bir sandalye de kapamazsın.

Tehlike ortadan kalkınca Türkiye’de komünist parti kurmak yasal hale geldi.

Ve Komünist Partisi, Türkiye’de bir ilde belediye başkanlığını kazandı.

Buna, folklorik bir vaka olarak bakmak tabii ki ayıptır.

“Amaan, Tunceli. Dağın başı. Orada olur böyle komünistlikler” demek de sığlık alametidir.

Ne buldu insanlar Tunceli Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu’nda?

Yolsuzluk, kapalı kapılar ardında yapılır. Mümkün değil ama, yapanlar, Allahu Te’ala’dan bile gizlemeye çalışırlar.

Ya da, meşrulaştırmak için kenarına dini bir kurdele takarlar.

Bu komünist başkanın belediye işlerinde gizleyecek bir yolsuzluğu olmadığına ikna olmuş olabilir mi halk?

Şeffaflık, hele de para işlerinde, dünyanın en ayıp şeyidir.

Başkan, ha çıplak dolaşmış sokakta, ha para işlerini şeffaf yapmış!

Bu derece ayıptır.

Şeffaflık diyeni dokuz köyden kovarlar.

Maçoğlu’nu tanımam, bilmem. Fakat, Ovacık’taki başkanlığı sırasında yaptığı işler... Halkla haşır neşir olması, onlarla beraber ziraat yapması... Belediyenin gelir gider tablosunu ahaliden gizlememesi, belediyenin kapısında ilan etmesi...

Böyle şeyleri sever insanlar. Ben bile merak ediyorum. Çünkü zamanımızda nadirattan oldu şeffaflık.

Şimdi eğer işittiklerimiz doğruysa...

Dine, ideolojiye, cinsiyete, milliyete bakılmaksızın, ahlakiliğin bir değer ifade ettiğini söyleyebilir miyiz?

Bir de... 50-60 sene içinde döne dolaşa, dinle ahlakilik arasındaki irtibat gevşerken, ahlakilik ile komünistlik arasında bir irtibatın halk arasında teşekkül etmeye başladığı bir zamana mı geldik?

Böyle şeylerden ibret alır mıyız?

Veya ilham...