İstanbul Sözleşmesi’ni onaylayan kendisinin mensubu bulunduğu partinin başta olduğu hükümet.

Şimdi bu sözlerin muhatabı kim? Partisi mi, kadınlar mı, Avrupa mı, hepimiz mi?..
Peki üniversite ile bu sözleri nasıl bağdaştırabileceğiz?

Üniversite…

“P…”den başlayıp ne varsa saydıran bir eski vekil, vukuatı bol, bir ara gündemden hiç inmeyen eski vekil…

Seviye dediğimiz tam burası işte.

Hangi seviyede olduğumuz?

Seviye bu kadar diyerek kabullenecek miyiz?..

Türk toplumunda çok değerli bilgi küpü insanların neden sessiz ve siyasetin içine giremediğini anlayabiliyor musunuz?

Bu dilin seviyesine inemezler.

Bu dille konuşanların yanında barınamazlar.

Hem kendi içlerine sindiremezler hem de iğrenç dili kendilerine alışkanlık yapıp, siyaseti “bir şeyleri elde etmek kullananlar” kendi içlerine böyle “değerli insanları” sokmazlar.

Türkiye’deki siyasetin kötü ve çözülemeyen baş görüntüsü bu.

Seviye de o yüzden yerlerde sürünüyor.

Meclis’teki kavgalara bakıyorsunuz…

Belediye meclislerindeki kavgalara bakıyorsunuz…

Bıraksanız tümüyle birbirlerini boğazlar hale gelecekler, ki nitekim zaman zaman gelmiyor da değiller.

Türk siyasi tarihindeki çirkin üslup son yıllarda ciltler dolduracak hale geldi.

Siyasetin tarihinin eski zamanlarında bu kadar çirkin bir dil duymazdık.

Artık ilçe belediye meclislerinde bile olmadık hakaretlerle birbirlerine yürüyenleri görüyoruz.
İşin kötüsü şaşırmıyoruz da artık.
Şaşırmak ile yakıştırmak arasında fark var.

Yakıştıramadığımız gerçek ama şaşırmak artık bize yabancı.

Yakıştıramamamızın sebebi de başka; kurumlara olan saygımızın halen devam ediyor olması.

Çünkü o kelimeler altında yıpranan kurumlar oluyor.

Üniversite’de ne diyeceğini bilemediğiniz ama düzgün konuşması imkan dahilinde olmayan birine mikrofon verirseniz ve ağzından çıkanı kulağının duymadığı cümleler sarfederse…

Konuşanı mı ayıplayacağız, yoksa üniversitede böyle bir konuşma yapılabilmesine, buna fırsat verilmesine mi yanacağız?

Elbette ikincisine.

Çünkü birincisinin zaten hangi seviyede olduğu belli.

Bir başka örnek…

Ulusal gazete olup da nasıl bir yayın politikası içinde olduğu herkesin malumu gazetede bir köşe yazarı(!) hayatını kaybeden çok değerli bilim insanı, hukukçu, siyasetçi Mümtaz Soysal’ın ardından ne diyor, diyebiliyor:

Çirkinliği ölçebilir misiniz?

Böyle bir dilin, kin ve nefret kusan bir kalemin yazı yazmasını medyaya yakıştırabilir misiniz?

Diyebilirsiniz ki “bunların zaten yazı yazma amacı belli”

Ama seviye…

Her yerde dip yapıyor.

Türkiye’ye yazık değil mi?..

Bu seviye bu gidişle…

Hayra alamet midir sizce?