Uzun süredir yazıları aksatıyorum. En son yazımız 13 Eylül’de ’12 Eylül ve İngiliz Büyükelçiliği’ başlığını taşıyordu. 12 Eylül Askeri yönetiminin ilk MGK toplantısında alınan ilk karar konusundaki uzun süredir duyduklarımızı aktarmıştık. Sayısı 189 u bulan bürokratik mevkilere geleceklerin referansları konusu yani.

Son yazıdan bu yana çok ciddi yeni gelişmeler yaşanıyor. Resmen dünyada Türkiye eksenli diplomatik ataklar ve gelişmelere şahit oluyoruz. Türkiye dünya sahnesine Türk dünyası gücünü uyandırarak çıkmaya hazırlandığı bugünlerde çok rahatsız olan egemen güçlerin tehdit vari girişimleri ve gözdağlarına önümüz çıkıyor.

Hatta gözdağları ve uyarılar Türkiye’nin sabrını taşıracak düzeyi de geçiyor. Tüm bunlara karşı gayet sakin ve emin adımlarla yol alan bir Türkiye var. Aslında dünya çapında güçleri çılgına çeviren tarafta bu. Türkiye’ye bir türlü itidalini bozarak hareket ettirmeyi başaramadılar. Fakat yılmayacakları görülüyor. Her seferinde denemeye devam edecekler.

Tüm bu gelişmeleri özellikle dikkatimi çeken bir olay üzerinden geçmiş olayları da hatırlatarak değerlendirmek istiyorum.

Bu olay Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) Aksakallılar Heyeti Başkanı Binali Yıldırım’ın Azerbaycan’da uğradığı kaza. Kamuoyuna kaza olarak yansıyan olayın masum olmadığı çok açık. Bana bu kaza 3 Kasım 1996’daki Susurluk olayını hatırlattı. Çok benzer bir olay. Hatta ön sağ koltukta oturan kişinin arabanın içinde kalış şeklide benzer. Hem de öncesinde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Azerbaycan Cumhurbaşkanı’nın katıldığı Karabağ’daki programları düşünürsek. Bu olayın aslını kuşkusuz devlet çok iyi biliyordur.

Ama ortada bir güvenlik zafiyeti veya içerden bir işbirliği mi var? Bu durumun yeteri kadar bilinmesi gerekir diye düşünüyorum. Eğer kazanın ardında kasıt varsa bu kasta karşı yeterince tedbir alınmaması veya güvenliği sağlanmasındaki zaaflar çok önemlidir. Çünkü son zamanlarda MİT’in yurtdışı operasyonları dikkat çekiyor. Türkiye’nin ve Türk Dünyası’nın Aksakal’ının maruz kaldığı kazanın bir taraftan MİT’in bir taraftan Genelkurmay ve Cumhurbaşkanlığı Koruma sistemini yakından ilgilendirdiğini vurgulamaya gerek yoktur.

Binali Yıldırım’ın bu ilk kazası veya maruz kaldığı suikast girişimi değildir. Ulaştırma Bakanlığı döneminde de kamuoyuna yansımayan epey bir suikast girişimi ile karşı karşıya kaldığını her ne kadar kamuoyuna yansımasa da biliyoruz. Bunun en önemlisi Hızlandırılmış Tren kazası öncesidir. O dönemde bu olayı yakından biliyorum ki, Hızlandırılmış Tren kazası sonrası yazılan ‘Hızlandırılmış İnfaz’ kitabının isim babası sayılırım. Hızlı Tren projelerinin önlenmesi için açık tehditti yaşananlar. Dikkat edilirse Ankara-Eskişehir, Ankara-Konya dışında halen tam kapasite işleyen hızlı tren hattımız yok. Çalışmaları bir tür tamamlanmayan projeler var. Hatta 10 defa bitmesi gereken yerlerin en kritik noktalarının projeleri dahi ihale edilemiyor. Yarım yamalak devam ediyor.

Erdoğan’la baş edemeyen bazı dış güç odakları ve onların içimizdeki işbirlikçileri Binali Yıldırım üzerinden son zamanlarda mesaj verme hevesine kapıldılar. Azerbaycan kazasını bu açıdan çok önemli buluyorum. Sadece kazalar değil, tezgâhlanan bazı oyunlar da devreye sokulmak için hazırlıklar duyuyoruz. Eğer aynı şekilde karşılık verilmezse içerden ve dışarıdan oyunlar devam eder.

Yerimiz kısıtlı. Şimdilik bu kadarla yetinelim. Ama fırsatını bulur bulmaz ‘Susurluk olayı ve Kılıçdaroğlu’nun eroin çıkışı’nın perde arası üzerine bir yazı kaleme alacağız. Kılıçdaroğlu’nun çıkışının 3 Kasım Susurluk olayının yıldönümü ile alakası yoktur inşallah.

Kalın sağlıcakla…