“Alevi-Sünni”,  “Sünni-Şii”  vs. vs. vs… “Böl – Parçala - Yut Projesi”nin, Yahudiler tarafından, daha ilk yıllarında İslâm dinine enjektesi… 
“Abdullah İbn-i Sebe kimdir?” desem, kaç Alevi,  ya da kaç Sünni bilebilir ki? 
İbn-i Sebe’nin açtığı yoldan gidenlerin attığı tohumların Sünnilere karşı nefrete dönüşmesi, Sünnilerin de bu ayrışmaya benzinle gitmeleri, “Madımak Katliamı”na kadar yürüdü.
Yürüdü de, -bu bölünmenin yandaşı olsun olmasın - nedense “Başbağlar Katliamı”nı kimseler araştırmadı, kimseler sormadı, soruşturamadı…
Başbağlar’ı unutturmak için büyük çabalar sarf eden malum medya, yurdum aydınları (!) ve “Kâbe’m insandır” diyen Alevi (!) ozanlar,  Başbağlar’da katledilen insanlar için hiçbir zaman “müze” istemediler. Hatta Basbağlar’da, yatsı namazı öncesi köyün meydanına toplanarak kurşuna dizilmek suretiyle katledilenlere, insan gözüyle bile bakmadılar bile…
Çifte standart dedikleri ölümde bile var değil mi ya!
Oysa acı, her yerde aynı acıdır. Alevi insanımızın yürek yangını da, Sünni insanımızın yürek yangını da kıl yarmaz aynıdır! 
Kaldı ki ne Alevilik Sünniliğin alternatifidir, ne de Sünnilik Şia’nın… “Alevilik”, “Sünnilik”ten bir bölümdür sadece… Hazreti Peygamberin vefatından sonra “Halife kim olacak?” sorusuna, Hazreti Ali’yi sevenlerin oluşturduğu siyasi bir akımdır yani…
Her yıl Temmuz ayına yaklaşırken bende bir telaş başlıyor. Hem Sivas’ta hem Başbağlar’da iki ayrı tezgah kurmak suretiyle halkın arasına  “mezhep fitnesi” sokarak insanlarımızın en azından Bin yıldır oluşturduğu terkibi sarmaya çalışanların alçakça oyunları beni tedirgin ediyor. 
Ben, insan olarak ikisine de yanarım. Müslüman bir Türk olarak, bu oyuna nasıl geldiğimize bir anlam veremesem de, bu oyunun yüzyıllardır oynanıp gelmiş olması beni kahreder…
Sivas Katliamının ayrıntılarını ve bununla ilgili gelişmeleri yakından takip ediyoruz, malum medya tarafından  ister istemez ettiriliyoruz..
Pekala Erzincan Başbağlar Katliamı hakkında neler biliyoruz ki..
5 Temmuz 1993 günü, Başbağlar’a dört bir yandan giren 100 kişilik silahlı bir grup, yatsı namazı için camiye giden vatandaşlar başta olmak üzere, kadın -çocuk demeden bütün köy halkını meydana topladı. Birbuçuk saat propaganda yaptıktan sonra üzerlerine mermi yağdırdı. Köydeki evler ateşe verildi.
Katliamın ardından teröristlere yardım ettikleri belirlenen 16 kişi yakalandı. Sanıklar ifadelerinde köyü yaktıklarını itiraf ettiler. Erzincan DGM’de başlayan Başbağlar Davası, 4 yıl sonra Eylül 1997’de İzmir DGM’de sadece 2 mahkumiyetle bitti.
2 Temmuzlarda Madımak için ortalıklar birbirine katıldı da, 5 Temmuz’u “Kara Gün” ilan eden olmadı. Çünkü katledilenler köylüydü. Devletin unuttuğu ama mensubu olduğu devletini asla unutmayan köylüler… Askere çağrıldığında, dualarla,  davul zurnayla koşarak giden köylüler vuruldu, ellerine kına yakanlar cayır cayır yakıldı.
Madımak katillerini ne kadar lanetliyorsam, Başbağlar katillerini de o kadar lanetliyorum… 
Madımak müze yapılacaksa, Başbağlar’a da soykırım anıtı dikilmelidir.
Hem bu anıtı dikersek; Ermeni soykırımı diye kıçlarını yırtanlara, “Hepimiz Ermeniyiz” diye kol kola yürüyenlere de bir yol açmış oluruz!
O zaman Batıdaki kan emiciler ellerini oğusturarak diyeceklerdir ki: “Bakin siz kendi kendinizi yakıp soykırım benzeri işler yapıyorsunuz. Bir de müze açtınız! Bir anıt da Ağrı Dağına dikersiniz…” 
İster Alevi olsun, ister Sünni; giden can bizden… Bizim değerlerimiz ve kültür unsurlarımız üzerinden oyunlar oynanıyor, aynı toprağın çocukları birbirlerine düşman edilip kırdırılıyor.
Birileri, yaralarımızı tedavi edeceklerine, her fırsatta habire kaşıyorlar. Düşmanlık tohumlarını her sene yeşertmek, toplumun tamamına yaymak için de siyaseti ve demokrasiyi kullanmaktan geri kalmıyorlar.
Dedim ya; “Alevi olsun, Sünni olsun giden can bizden” 
Yeni bir Kurtulus Savaşına ihtiyaç duyarsak, birbirimize ne kadar muhtaç olduğumuzu ve farkımızın olmadığını göreceksiniz, Allah korusun!..
Hiç kimse beni, sadece Madımak katliamı için gösteri yapanların samimiyetine inandıramaz.