Aynen duygularım karmakarışık. Öyle çok şey var ki yazılacak. Paylaşılacak. Birkaç gündür dünyayı dört dönen liderlerin stratejik manevraları gözüme takılıyor. Değişik kaynaklardan, yazılardan ve haberlerden göz ucu ile bakıyorum. Bir anda insan kendini dünyanın dönüş hızında hissediyor. ABD Başkanı Trump'ın Ortadoğu gezisi, ondan önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Pakistan, Hindistan, Çin, Rusya, ABD gezileri, Merkel'in ABD gezisi, Rus Lideri Putin'in temasları. İngiltere'nin atraksiyonları. Arap NATO'su, Fransa seçimleri üzerinden İngiltere-Almanya savaşları.  ABD'nin bir taraftan Suudi Arabistan hamlesi ve tersinden İran'la ittifakları. Ortadoğu üzerinden ciddi bir dünya savaşı tehlikesi. Bu savaş tehlikesi içinde Türkiye'nin konumu. Bu konumunu güçlendirmek için içerde terör belasını yok etme gayretleri.

Her biri ayrı ayrı yazı konusu. Her biri Türkiyesiz çözülemeyecek ve Türkiye ile çözülmesi istenmeyen konular. Birde tüm bu olup bitenlerin içerdeki yansımaları. Bütün bunların dışında baba ocağımın yarım metre altında da bulunan bor madeni konusunda uzun yıllar bu işi yürüten bir bürokratın şahsi hırsları dolayısıyla ortaya çıkan bir dedi kodunun yaptığım sondajla sonrası doğruluğunun verdiği kızgınlık. Ve bu konuda yazı hazırlığı.

Aslında bugünkü yazımın konusu bor üzerinden şahsi hırslarını tatmin etmek için memleketinin menfaatini hiçe sayan bürokratların oyunları olacaktı.

Fakat dün iftar saatinde gelen haber ile akıllarımız duygularımıza karıştı. Bir süredir azalan şehit haberleri son günlerde sıklaşınca içimizi tutuyorduk. Etkilenmediğimizi göstermek adına. Ama iftar vaktinde gelen haberle artık tutacak bir tarafımız kalmadı.

15 Temmuz gecesini Gölbaşı'nda Genelkurmay önünde iliklerine kadar yaşayınca, etrafından mermilerin, şarapnellerin vızır vızır geçmesine, yanındaki kaç kişinin o anda yaralanması ve şehit olmasına hatta alnına şarapnellerin sıyırıp geçmesine alışınca duygularını uzun süre rafa kaldırıp indirmeyi bile unutuyorsun. Ama işte son helikopter olayı ile 10 aydır raflarda duran duygularım indi öncesi gece. Hele Şehit olan Generalimiz Aydoğan Aydın'ın 1992 yılında yine Şırnak'ta yazdığı ‘HANKE'YE AĞIT'ın  ‘Soğuk namlular elimizde,/Yürüyorken dağlara/Şehitlerden selam geldi/Yaşayan tüm sağlara” mısralarını okuyunca kurumuş pınarlarım damladı.

Bunun üstüne dostum ve hemşerim Ahmet Demirağ'ın face'de yaptığı paylaşımı okuyunca kurumuş pınarlarım sellere dönüştü. Boğazım düğümlenmiş halde aradım Ahmet'i. Ne yaptın böyle? Diye. O da ‘24 yıldır içimde' diye cevap verdi. Uzatmayacağım. Bu milletin yaşadıklarını dostum Ahmet o paylaşımı ile dile geliyor zaten:

Şırnak denince depreşiyor bilinçaltım. Bitmemiş bir hesabın icmali geliyor hemen yüreğime.

1993 Mart sonu.23.Jandarma Sınır Tugay Komutanlığına bağlı Beytüşşebap Taburunda JK Asteğmen olarak göreve başladım. Timlerimizin başına geçtik. Hemen önümüzdeki hafta bayram arifesiydi. Bölük komutanı bayram iznine sınırlı sayıda asker gönderebileceğimizi belirterek seçeceğimiz askerleri tespit etmemizi istedi. İsimleri not ettim. Hem tanımak hem de aciliyetlerini öğrenmek babında sohbet ediyordum. Hataylı Yakup. Karayağız, geniş omuzlu, güçlü kuvvetli, gözleri şimşek gibi bir yiğit delikanlı. Yaklaştı yanıma.

-.Komutanım Beni de o listeye yazar mısınız dedi. Her ne kadar bayram olsa da usulen soruyorduk işte

-Neden gitmek istiyorsun Yakup, dedim.

-Komutanım, köyde sevdiğim bir kız vardı. Yavuklum. Duydum ki babası onu başkasına verecekmiş, haber verdi, gidip onu kaçıracağım' dedi.

Yakup bunu söylerken, bir aşık adamın ne kadar kararlı olabileceğini ve olduğunu işte o anda O'nun gözlerinde gördüm. Şöyle bir durdum, düşündüm, tarttım.

-Olmaz Yakup dedim. Anamı babamı özledim. Sıla-i rahim yapmak istiyorum deseydin hemen yazardım. Gözlerindeki kararlılığı durdurmak imkansız gibi görünüyordu. Sadece buna sebep gönderirdim. Ama bu sebeple gönderemem.

O anki bozgun Yakub'un gözlerinde şimşek oldu taştı ve benim beynimde çaktı. Ve hala o bakışlarını unutmuş değilim. Şurada yirmi küsur seneden sonra bile.

-Neden komutanım dedi. Siz sevdaya inanmıyor musunuz?

-İnanmaz mıyım Yakup dedim. Ben belki sevdaya en çok inananlardan ve sevda çekmişlerdenim. Ama bu durum farklı.

- Nedir peki farklı olan komutanım dedi.

-Bak Yakup, biz şu anda nerdeyiz, PKK'nın üst bölgesinde ve hemen sınırın dibinde. Öyle değil mi? Her akşam helalleşerek pusuya gitmiyor muyuz? Her göreve çıktığımızda aynı zamanda pusuya düşerek öleceğimiz, şehit olabileceğimizi bilmiyor muyuz?

-Evet, öyle komutanım...

-E peki Yakup. Sen şimdi gittin ve kızı kaçırdın. Baba evine koydun geldin. Babası bu işe ne kadar razı olacak. Daha da önemlisi sen buradan dönemezsen, o şehitlik rütbesi sana takılırsa o geride bıraktığın kızcağıza ne olacak?

Yakup burada durdu. Gözlerini yere sabitleyip epeyce bekledi ve

-Haklısınız komutanım dedi.

Yakub'u o bayramda eve göndermedik. Gönderemedik. Yakub'u bir daha bayrama hiç gönderemedik. Ama... Yakub'u ancak Albayrağa sarılı tabut içinde şehit olarak gönderebildik.

Taktir O'nundur.

Cuma'nın hayrı milleti sarsın inşallah…