Diyelim ki bir daire var noktalardan oluşan ve ben, siz, o yani hepimiz; bu daireyi oluşturan noktalarız.

Küçümseyebilir misiniz kendinizi ya da onu?...

Biriniz olmazsanız ötekinin de olmayacağını görmezden gelebilir misiniz?

Yani, dairenin var olabilmesi için her bir noktanın "mutlaka" gerekli olduğunu...

Belki, gerek kendi hayatımızdaki gerekse Türkiye"de ve dünyada olan bitenlere de böyle bakabiliriz...

Daha iyi günlere ulaşabilmemiz için iyi kötü demeden bütün bunları yaşamamız, özümsememiz en önemlisi de bir şeylerin farkına varmamız gerekiyor.

Her şey aslında olması gerektiği gibidir de biz bunu farkedemiyoruzdur belki de. Her şeyin olması gerektiği gibi olduğu düşüncesi "an"a teslim olmak değil bence. Tam tersi, ona egemen olmak ve geleceği biçimlendirme gücünü elde etmek ve sorunların çözümlerini de net bir şekilde görebilme yetisini edinmektir diye düşünüyorum.

Çoğumuz, sınırlı akıllarımızla her şeyi ancak tersiyle algılayabiliyoruz...

""İyi""nin gerçek değerini ancak ""kötü""yü görünce, -ya da ""iyi""yi yitirince farkediyoruz.

Aklın sınırlarını aşanlar –ya da genişletenler- "iyi" yide "kötü"yü de olduğu gibi kabul ediyorlar.

Bu onları pasif değil tam dersi "mutlak" aktif yapıyor. Seçimleri hangi doğrultudaysa inanılmaz bir güç elde ediyorlar. Dünya planındaki asıl mücadele de bunlar arasında oluyor zaten. Yani, ""iyi""yi seçenlerle ""kötü""yü seçenler arasında...

Sizi bilmem ama ben düşüncenin ve inancın gücüne inanırım. Aslında, ikisini pek ayırmam birbirinden. Düşünce inancı, inanç ise düşüncenin gücünü doğurur bence... Düşüncenin gücü ise bu dünyadaki deneyimlerimizi şekillendirir.

Kısacası, neyi nasıl düşündüğümüz ve nasıl inançlar oluşturduğumuz çok önemli.

Fazla derine dalmayalım da –bugünlük- iyiliği ya da kötülüğü, başka bir deyişle olumlu düşünceye odaklanmakla olumsuza odaklanmanın bireysel hayatımızdaki yansımalarını düşünelim biraz...

Size yaşanmış bir hikâye anlatayım: Çok sevdiğim, güzelliğine aşırı önem veren bir arkadaşım bir gün hastalandı... Ölecek diye bekliyordu herkes. Eceli gelmemiş ölmedi çok şükür. Fakat onun için ölümden de beter olan bir deneyim yaşadı.

Tedavi sırasındaki aşırı kortizon yüklenmesini bedeni kabul etmedi ve o güzelim kadın bir anda yirmi kilo birden aldı. Bir balon gibi şişiverdi. Saçı, kirpiği, kaşı ve derisi döküldü. Her gün özenle boyadığı tırnakları birer birer düştü. Gencecik kadın aniden yaşlı bir kadın görüntüsüne büründü.

İşte o günlerde, ağlayarak şunları dedi bana: ""Eskiden aynaya bakar yüzümdeki küçücük bir sivilce için kederlenirdim. Allah bana öyle bir dert verdi ki sanki "Ben seni öyle bir şekle sokayım ki anla elinde olanın değerini."" demek istedi.""

Kuşkusuz çok doğru bir saptamaydı bu. O arkadaşım, aklın dar sınırları içine kıstırmamıştı kendisini. O durumda bile olaydan çıkarması gereken dersi çıkardı. Ardından durumu kabullenme geldi. Bunu ise seçimi izledi.

O hayatı ve iyileşmeyi seçti.

İnanılmaz bir mücadele verdi. Bu mücadelesinde inancını bir an bile kaybetmedi. Hiç yakınmadı. Hiç pes etmedi. Sadece ve sadece iyileşmeye odaklandı.

Sonunda da mucize kendini gösterdi ve bir yıl gibi kısa bir süre içinde toparladı kendini. Şimdi o eskisinden güzel ve sağlıklı. Yüreğindeki imanla beslenen düşüncesini iyileşmeye yönlendirdi ve başardı.