Kimilerine “hart” deyip, bazılarına “hurt” deyip işleri kasıtlı olarak çözümsüz hâle getirdiğinizde, insanlar sonunda birbirini şikâyet etmeye, gammazlamaya başlar. İşte o an, bugünün küçük gibi görünen kıvılcımı, yarın koca karıyla kedi hikâyesindeki gibi bütün ormanı küle çevirebilir.

Hikaye şu;
Vaktiyle, şehir hayatından bezmiş bir koca karı varmış. Bir gün ansızın karar vermiş: “Yeter artık bu gürültü, bu kalabalık!” deyip en sevdiği kedisini koltuğunun altına almış, ormanın derinliklerine çekilmiş. Kendi elleriyle bir baraka kurmuş ve burada yaşamaya başlamış.

İlk başlarda koca karı ile kedi iyi geçinmiş. Koca karı odun keser, çorba kaynatırmış; kedi de kucağına kıvrılır, mırıl mırıl şarkı söylermiş. Gel zaman git zaman, barakanın darlığı, kışın soğuğu, yazın sivrisineği derken araları açılmış. Koca karı “Sen nankör hayvan!” diye bağırır olmuş, kedi de tüylerini kabartıp hırlamaya başlamış.

Bu geçimsizliği uzaktan izleyen bir tilki varmış. Tilki kurnaz ya, her gün barakanın çevresinde dolanıp olan biteni seyredermiş. Sonunda dayanamamış, soluğu ormanın kralı Aslan’ın yanında almış:

Kralım,” demiş, “koca karı ile kedi birbirine düşmüş. Baraka yangın yerine dönmüş. Bir müdahale etsen diyorum.”

Aslan esnemiş, kuyruğunu sallamış:

Tilki,” demiş, “kedi ile koca karı ateş olsa, cürmü kadar yer yakar. Bana ne onların kavgasından?

Tilki bir şey diyememiş, başını eğip çekilmiş.

Aradan günler, haftalar geçmiş. Kavgalar büyümüş, tırmalamalar, bağrışmalar ormanı inletir olmuş. Tilki bir daha gitmiş Aslan’a:

Kralım, iş kötüye gidiyor. Bir bakıver.”

Aslan bu sefer hırlamış:
Defol git başımdan! Benim krallığımda herkes bu ormanın kurallarına uyar.”

Bir sabah koca karı erkenden kalkmış, kediyi barakaya kilitlemiş:
Sen burada otur, ben çalı çırpı toplayıp geleceğim,” demiş, kapıyı çekiştirmiş, gitmiş.

Saatler geçmiş, koca karı dönmemiş. Kedi önce miyavlamış, sonra kapıyı tırmalamış, en sonunda çıldırmış. Raflardaki un çuvallarını devirmiş, bal kavanozlarını kırmış, peynir tekerleklerini parçalamış. Baraka savaş alanına dönmüş.

Akşama doğru koca karı yorgun argın dönmüş. Kapıyı açtığında gözlerine inanamamış:

Altı ayda dişini tırnağına takıp biriktirdiği bütün erzak yerlerde sürünüyor. Öfkeden gözü dönmüş, eline geçirdiği gaz lambasını yakmış, kedinin üstüne atmış:

Yakacağım seni nankör yaratık!

Kedi bir çığlık koparmış, alevler içinde kendini ormana atmış. Koştukça tüylerinden sıçrayan kıvılcımlar çalıları, çamları, kuru otları tutuşturmuş. Rüzgâr da yardımcı olmuş; bir bakmışsın bütün orman alev alev yanıyor. Ne ağaç kalmış ne kuş yuvası. Duman gökyüzünü kaplamış, közler günlerce sönmemiş.

Yangın durulduğunda ortada ne orman kalmış ne krallık. Tilki, küle dönmüş tahtın önünde Aslan’a bakmış, usulca demiş ki:

Ben sana demiştim kralım… Sen kılını kıpırdatmadın. Bak, ne sen kaldın ne de krallığın.

İşte bugün kadim şehir Balıkesir'in ilk adını alan Karesi ilçesinde yerel yönetimin imar alanındaki uygulamaları bu masalı hatırlatıyor insana.

Büyük bir yangın var, ama dönüp bakan yok.

Bölgede yatırımları olan iş insanları karşılarında muhatap bulamıyor.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı onaylı (1/100.000) parsellere imar durumu verilmemesi gizemini hala koruyor.

Geçici kabul ve iskan kullanımı için yapılan başvuruların cevapsız bırakılması, bilinçli olarak zaman aşımına sebebiyet mi veriliyor sorularını akla getiriyor.

Ayrımcılık yapıldığı iddiaları ayyuka çıkmış durumda.

Nasıl mı? Anlatayım.

Karesi’de, yan yana iki bina düşünün.

Birinci binada tapu kayıtlarında 13 bağımsız bölüm (iş yeri) olarak gözüken yer, ruhsat başvurusunda 3 dükkâna çevrilmek isteniyor. Yanındaki apartman ise kat maliklerinin tamamının muvaffakiyetnamesini (onayını) vermiş olmasına rağmen, belediye bu başvuruyu çeşitli gerekçelerle geri çeviriyor.

Burada unutulan ya da görmezden gelinen önemli bir detay var:

Belediyenin “3 dükkan” dediği alan, hâlâ tapu sicilinde 13 bağımsız bölüm olarak kayıtlı. Yani tapudaki gerçek durum ile belediyenin yaptığı işlem birbiriyle uyuşmuyor.

Sayın Başkan, yardımcısının kanunsuz yapısıyla ilgili yaptığı işlemi örnek göstererek sık sık “Babamı bile tanımam, kimseyi kayırmam, kanun neyse o” diyor.

Ama yukarıdaki örnekte, tapu kaydı ortadayken bir başvurunun reddedilmesi, öbür tarafta ise aynı kuralların esnetilebiliyor olması, maalesef o sözlerin pek de hayata geçirilmediğini gösteriyor.

Halk bunu gördükçe de “Babamı bile tanımam” sözü, ne yazık ki sadece bir söylem olarak kalıyor.

Demem şu ki;

Deprem bölgesindeyiz. Sayın başkanın hassasiyetini anlayabiliyor, gösterdiği çabayı da takdirle karşılıyoruz.

Gelgelelim, ticari alanlardaki bağımsız bölümlerin (dükkanların) birleştirilmesi, ayrılması veya kapalı alan ilavesi gibi tadilat projeleri, geçmişte yönetmeliklere uygun olarak kolayca ruhsatlandırılırken, şimdi kanun ve yönetmeliklere açıkça aykırı şekilde sistematik olarak çözümsüzlüğe sürüklenmesi de anlaşılamaz bir durum.

Bilim ve teknoloji o kadar ilerledi ki; depreme dirençli mi, değil mi bunu ortaya koymak güç olmasa gerek.

Bazı başvurulara “hart” deyip, bazılarına “hurt” deyip işleri kasıtlı olarak çözümsüz hâle getirdiğinizde, insanlar sonunda birbirini şikâyet etmeye, gammazlamaya başlar. İşte o an, bugünün küçük gibi görünen kıvılcımı, yarın koca karıyla kedi hikâyesindeki gibi bütün ormanı küle çevirebilir.

Bu, sizlere dostça bir hatırlatmadır.

Peki, bir soruyla bitirelim:

Karesi şu anda yangın yeri gibiyken,

Altıeylül Belediyesi kanunları ve yönetmelikleri bilmiyor mu?

Yoksa biliyor da bilerek uygulamıyor mu?

Bütün bunlar olurken Balıkesir Büyükşehir Belediyesi ne yapıyor, nereye bakıyor?

Yaşananlar ve yaşanacaklar karşısında Ticaret Odası'nın da tavrını merak etmiyor değilim!

Önümüzdeki günler birçok gelişmeye gebe.

Bekleyelim, görelim…

Bakalım kim kimi gerçekten tanıyor, kim kimi tanımıyor olacak?

Selametle…