mimarlık 
basit bir inşaat ustalığı değilmiş Osmanlı'da.
öyle olmadığı için ayakta kalabilen, 
daha doğrusu 
bugünün her şeyi paradan ibaret bilen 
anlayışının talan etmediği 
eski binalarda bunu görebilirsiniz.

baktığınızda o yapılara, 
gözlerinize can verirken
alıp götürür sizi uzaklara, 
yüreğinize heyecan pompalayarak.

şimdiyse
şehirler birbirinin benzeri neredeyse.
doğallıktan uzak, 
özünü kaybetmiş, 
kökleriyle irtibatını koparmış!

tıpkı 
bugünün savruk/alelade yapılmış 
fabrikasyon mezar taşları gibi.

bizlerse,
yitik şehrin yıkık binaları gibiyiz; 
karmakarışık ve fazlalık.
öyle köreltti ki kentler insan yanımızı;
 
estetikten uzak, rantı büyük beton yığınları yükseldikçe insanlık alçalıyor sanki!
o sebeple yüksek katlı binaları şehirlerin özensiz/düzensiz yapılmış mezar taşları gibi görürüm hep. 

kökünden koparılanın, 
hiçbir yöntemle uzun süre yaşatılamayacağını unutmuşuz.

belki de o yüzdendir;
ahh nerede o eski günler deyişimiz...
yoksa sen farklı mı düşünüyorsun modernizmin ruhunu kirlettiği  kardeşim!

o değil de, 
asıl mesele şu:
dünyada ve ülkemizde eski yapılara baktığınızda 
hemen her dönemin kendine özgü mimari özelliklerini yansıttığını görürsünüz.
baktıkça, bakarsınız büyülenmişcesine.
hayretler içerisinde kalır; 
"ulen o günün koşullarında bu ince işçiliği nasıl yaptılar, 
bu muhteşem eseri nasıl ortaya çıkardılar..
." 
vb. ifadeler kullanarak kendi kendinizi sorgular, cevabını bulmaya çalışırsınız...

lakin sonuç nafiledir!

sizi bilmem, ama ben hep düşünmüşümdür; elektriğin, üç boyutlu yazıcıların, vinçlerin vs..vs..vs... olmadığı fi tarihinde bu binaları yapanlar, günümüzde sağ olsaydı nelerini yapmazdı diye...

bazen dostlarla hasbihal ederken, konu şehirleşmeye geldiğinde en sonunda şunu söylerim:

Selçuklu mimarisinden övgüyle söz ediyoruz. 

Mimar Sinan'a, Mimar Kemalettin'e, Koca Kasım Ağa'ya, Acem Ali'ye şapka çıkartıyoruz.

"kahbe bizansa" da "yapmış be adamlar" diyoruz da, 

bizim bugünün mimarisine ne dememiz gerekiyor!

o an, her birimiz;
"dut yemiş bülbüle dönüyor..."
..ve bir diğerinin yüzüne bakıyor bön bön!

bizlerin cevabını söylemekte zorlandığı konuda, sizlerin koro halinde "toki mimarisi" dediğinizi işitir gibiyim...

sahi ya;

yeşil alan olarak kalması gereken yerlere durup dururken yüksek katlı beton yığınlarının temelini atmak neyin nesi, hangi aklın kafası söyler misiniz Allah aşkına!

bu şehrin dağına bayrına kıran mı girdi ki, tam orta göbeğine gökdelen tarzı rezidanslar dikilmeye çalışılıyor!

bir yandan tarihi yapıları ortaya çıkarmak amacıyla yıkım yaparken, 

diğer taraftan zar/zor açılmış alanları betonlaştırmak şehrin imarını bozabileceği gibi, emân konusunda sıkıntı yaşatabilir.

şehrin yarınlarına beton yığınları değil, saygıyla anılacak yapıtlar bırakın.

yapılan güzel işleri gölgede bırakacak işlere imza atmaktan sakının ki, hem imarınız, hem imanınız bozulmasın..

size bir dost, bir yaren hatırlatması olsun.

....

işte tam da böyle bir ruh halinde gezinirken

şehrin ilim yuvası Balıkesir Üniversitesi Çağış Yerleşkesinde buldum kendimi.

kibrit kutusunu andıran, birinin diğerinden pek farkı olmayan beton yığınları arasındaki Şehitler Camii gözlerimin pasını sildi. 

estetikten yoksun yapıların körelttiği umudumu yeniden yeşertti, ruhumu aydınlattı...

çizen mimarları, uygulayan mühendisleri, yapan hünerli elleri öperim. 

Cumanın hayrı, feyzi, nuru, mağfireti ve bereketi hepimizin üzerine olsun.

Selâmetle...

21 Ekim 2022 | Balıkesir  | Ramazan Demir