On altı yıl önceydi…
Aralık ayının keskin soğuğu sokaklara çökmüş, sanki gökyüzü bile yas tutmaya hazırlanıyordu.
O gün bir kurşun, sadece bir gazeteciyi değil; Anadolu’nun sesini, taşranın nefesini, bir şehrin vicdanını hedef aldı.
Cihan Hayırsevener toprağa değil, bu ülkenin utanç hanesine gömüldü.
Cihan;
kalemiyle savaşan,
adaletin izini süren,
korkunun yüzüne bakıp geri çekilmeyen bir meslektaşımızdı.
Yetim hakkı vardı yazdıklarında.
Kirli elleri ifşa etmekten geri durmadı.
Bandırma’daki ihale usulsüzlüklerinin üzerine gidiyordu;
“Burada yetimin hakkı var Ramazan… Susarsak yarın yüzümüze bakamaz bu şehir. Biz de vebaliyle yaşarız” demişti.
Onu son gördüğüm gün…
Gözleri uzaklara dalıp, sesi çatlayarak bana şunu fısıldadı:
“İçimde kötü bir his var… Bunlar iyice kudurdu. Bir şey olacak…”
Biliyordu.
Bir insan, kaderin ayak seslerini bazen duyar.
Bir hafta sonra pusuda bekleyen karanlık yüzünü gösterdi.
Cihan’ı gazetesine giderken alçakça öldürdüler.
Biz acımızı içimize gömdük.
Anadolu’nun yasını Anadolu tuttu.
Çünkü büyük şehirler, kendi sahnesi dışında yaşanana çoğu zaman kördür.
İstanbul’un ve Ankara’nın ışıkları o kadar parlak ki,
Anadolu’da sönen bir ömrün gölgesini bile görmediler.
“Duymadım… Görmedim… Bilmiyorum…” diye geçiştirdiler.
Milli Mücadale döneminde gazeteleriyle bayraklaşan Balıkesir'in ilk basın şehitlerinden birine,
bir damla vefa gösterme zahmetine girmediler.
Ama bir televizyon figürü tokat yiyince,
sahte kahramanlık gösterileriyle ortalığı ayağa kaldırdılar.
Sloganlar attılar, timsah gözyaşları döktüler.
Mağdur ünlüyse, vicdan bir anda hatırlanıyor;
mağdur Anadolu’yduysa sessizlik büyüyor.
Sopa yiyen Dursunbeyli olunca,
üç kişi duyuyor, dördüncüsü dönüp bakmıyor.
Gazeteci taşralı olunca,
cenazesine gitmeye bile cesaret edemiyorlar.
Korku, vefayı boğuyor.
Sözde duyarlılık, iş vitrine gelince hatırlanıyor.
Bugün herkes “çürüyoruz” diye şikâyet ediyorsa,
sebebi Anadolu değil…
Sebebi; bu ülkeyi iki şehirden ibaret sanıp geri kalanını unutanlar.
Hakikatin damarını kurutanlar.
Karanlığı büyütenler.
Benim gönlümde;
Uğur Mumcu neyse, Abdi İpekçi neyse, Cihan Hayırsevener de odur.
Aynı karanlığın hedefi, aynı cesaretin mirasıdır.
Gazetecileri öldürerek, döverek, susturarak bu memleketi diz çöktüreceklerini sananlara bir çift sözüm var:
Hakikatin önüne set kurulur, ama asla durdurulamaz.
Karanlık uzun sürer, ama bir gün mutlaka hesap sorulur.
Hakikatin yolu, bazen kanla çizilir; ama sonunda her zaman hak olan kazanır
Bugün Cihan’ın mezarına rüzgâr dokunuyor,
bizim içimizde ise hâlâ onun sesi yankılanıyor:
“Yetim hakkı vardır…”
Cihan'ın kelimeleri hâlâ ayaktadır.
Onun cesareti hâlâ bizimledir.
Onun bıraktığı hakikat borcu hâlâ omuzlarımızdadır.
Cihan’ı;
öfkeyle, acıyla, ama en çok da saygıyla anıyorum.
#KendimeNotlar #RamazanDemir #Balıkesir