Eski bir eşyaya baktığınızda…
Bir çekmecenin köşesinde unutulmuş bir saate,
Bir klasör arasında yıllardır bekleyen sararmış bir yazıya,
Ya da albümünüzdeki siyah-beyaz bir fotoğrafa…
Bir an durursunuz.
Zaman, o eşya üzerinden size bakar.
Unuttuğunuzu sandığınız duygular, anılar, yaşanmışlıklar, sessizce gözlerinizin önünden geçer…
Kimi zaman bir çocukluk gülümsemesi, kimi zaman bir ayrılık hüznüyle…
Hatıralar alır sizi o günlere götürür.
Bu anılar bazen sadece size aittir.
Ama bazen bir şehre, ortak bir geçmişe de dokunur.
Susurluk’un geçmişinde ne hikâyeler var.
Ama Susurluk’un bir “Yerel Tarih Müzesi” yok.
Ve bu sadece bir eksiklik değil; aynı zamanda bir fırsatın, bir belleğin, bir ortak hafızanın da kaybı.
Oysa bir çağrı yapılsa…
İnsanlar evlerinin bir köşesinde sakladıkları 1940’lara, 50’lere, 60’lara ait belgeleri bulup getirse:
Şeker Fabrikası’ndan kalma işçi kartları,
Akın Dolmuşlarına ait makbuzlar,
Tunalılar Yağ Fabrikası’ndan kalma etiketler,
Sinema biletleri, afişleri,
Eski okul kimlikleri, diplomalar,
Nişan kartları, düğün davetiyeleri,
El yazısı mektuplar,
Türkü sözleri, maniler,
Hatıra defterleri,
Eski gazete küpürleri, fotoğraflar…
Hepsi bir araya gelse…
Ve bir “Susurluk Yerel Tarih Müzesi”nde özenle sergilense…
O müze sadece eşya değil “anlam” toplasa…
Yeni kuşaklar bu tarihî dokuyu dokunarak, görerek, hissederek öğrense…
Geçmişle bugünü buluşturan bir köprüye dönüşse…
Ne kadar kıymetli olur, değil mi?
Bir gün çocuklarımızı elimizden tutup o müzeye götürdüğümüzde…
Her vitrinde onlara bir hikâye anlatırdık…
“Bak işte bu, deden senin yaşındayken kullandığı okul çantası…”
“Bu da büyükannenin düğün davetiyesi…”
“Bu fotoğraf, Şeker Fabrikasının ilk açılışından…”
Anlatırken yeniden hatırlardık…
Hatırlarken birbirimize daha çok yakınlaşırdık…
Geçmişle bağımızı güçlendirip, geleceğe daha sağlam bakabilirdik.
Susurluk’un geçmişi biz fark etmeden yavaş yavaş siliniyor belleğimizden.
Ama buna birlikte "dur" diyebiliriz.
Bir fotoğrafla, bir mektupla, bir anıyla…
Yeter ki bir yerden başlayalım…