Suçlanacak olan gençler değil, biziz. Ailede değer eğitimi eksik kaldı, okulda öğretmenin eli kolu bağlı bırakıldı, sokakta komşuluk öldü, selâm kesildi.
Dün Milli Kuvvetler Caddesi’nde yürüyordum. Zağnos Paşa Camii’nin önüne kadar geldiğimde 13-15 yaşlarında en az üç beş kız çocuğu ellerinde sigarayla yürüyordu. Hiç bir şey umurlarında değildi.
Cami avlusunun kenarında dumanı gökyüzüne savuran çocuk yaştaki gençler ise ayrı bir dünyalarda gibiydi.
Bir an “Söndürün şu sigaraları!” diye bağırasım geldi; ama içimden bir ses, “Hiç bulaşma oğlum Ramazan, yoluna bak” dedi. Sustum, başımı öne eğip yoluma devam ettim.
Sigara elbette sağlığa zararlı. Ama mesele sigara değil; mesele o yaştaki çocukların elinde sigara olmasının ötesinde, o sigaranın taşıdığı umursamazlık, “bana kimse karışamaz” havası ve en acısı, saygının erken yaşta yitirilmesi.
★
Bizim çocukluğumuzda böyle bir manzara düşünülmezdi.
Sokakta sigara yakmaya kalksak, hiç tanımadığımız biri bile anında müdahale eder, sigarayı alır, bir de kulağımızı çekerdi.
Gıkımız çıkmazdı vallahi!
Çünkü saygı denen görünmez bir zincir vardı; bizi hizaya getirir, yanlış yoldan çevirirdi.
Bugün aynı şeyi yapmaya kalkın, neler olacağını tahmin edemezsiniz.
Öğretmen öğrencisine sesini yükseltse veli okul basıyor, mahallenin büyüğü laf söylese “çocuk hakları” diye şikâyet ediliyor.
Çocuğa özgürlük verdik, haklarını öğrettik; ama sorumluluğu, saygıyı, edep ve adap öğretmeyi unuttuk.
Sonra da dönüp “Bu gençlik niye böyle oldu?” diye hayıflanıyoruz.
★
Gençler suçlu değil; biz suçluyuz.
Ailede değer eğitimi eksik kaldı, okulda öğretmenin eli kolu bağlı bırakıldı, sokakta komşuluk öldü, selâm kesildi.
Televizyonu, tableti, sosyal medyayı başköşeye oturttuk; dedeyi, nineyi, büyüklerimizi arka odaya tıktık. Yetmedi, “Bunların kahrı çekilmiyor” diye söylendik; bizi doğuran, büyüten, hayata tutan elleri öpülecek o insanları huzurevlerine kapatarak daha sağken gömdük.
Çocuklar boşlukta büyüyor.
O boşluğu sigarayla, umursamazlıkla, kaba sözle doldurmaya çalışıyorlar.
Elbette pırıl pırıl gençlerimiz de var; sayıları az değil, ama sesleri az çıkıyor. Çünkü saygısızlığın gürültüsü, saygının sessizliğini bastırıyor.
★
Ne yapacağız?
Önce biz yetişkinler olarak aynaya bakacağız. Saygı görmek istiyorsak önce saygı göstereceğiz. Selâm vereceğiz, kapı tutacağız, büyüğümüze yer vereceğiz, küçüğümüze şefkat göstereceğiz.
Çocuğumuza “telefonunu bırak da iki laf edelim” diyeceğiz. Sofrada büyüklerin başlamasını beklemeyi, cami önünde sigara içmemeyi, kimsenin yüzüne duman üflememeyi önce kendimiz uygulayacağız.
Çünkü değerler lafla değil, hâl ile öğretilir. Kalpten kalbe geçer.
Bir toplum, saygının tükendiği yerde ayakta kalamaz.
Zağnos Paşa Camii’nin önündeki o duman dağılır inşallah.
Yeter ki biz, içindeki ateşin farkına varıp söndürmek için bir adım atalım çok geç olmadan.
★
O değil de; Türkiye, son 25 yılda Atatürk’ün “muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkarma” ülküsü yolunda hakikaten inanılmaz işler başardı.
Otoyol, köprü, yerli otomobil, İHA, SİHA, uçak gemisi…
Daha sayamadığımız nice dev eser…
Ama tüm bu eserleri yükseltirken, işin asıl özü olan insanı biraz ihmal ettik.
Umarım, önümüzdeki on yılın “Aile Yılı” olarak ilan edilmesi bu açığı kapatır; “Ne olacak bu gençliğin hâli?” yakınması yerine, bir gün hep bir ağızdan şu dizeleri haykırır hale geliriz:
“Her geceyi güneş boğar,
Ülkemizin günü doğar.
Yol uzun da olsa ne var,
Yürüyelim arkadaşlar!
Sesimizi yer, gök, su dinlesin;
Sert adımlarla her yer inlesin!”
İşte o zaman dünyayı gerçekten dize getirmiş oluruz.
Selametle...