Teyakkuz halinde olmamız lazım.
Gözü açık, uyanık, tedbirli…
Yakın geçmişi baz alırsak en azından 1999’dan bu yana…
Teyakkuz halinde olmamız lazımdı…
Deprem vurdukça uyanıp silkiniyoruz demek isterdik…
O bile olmuyor; silkiniyor gibi oluyoruz, acı düştüğü yeri yakarken, günlük hayata durmak yok, yola devam…
Ülke; komple deprem kuşağında…
Ülkenin ekonomik açıdan can noktası İstanbul’da büyük deprem olacak…
Bilim insanı uyarıyor: Gerilmeler artıyor, büyük deprem yaklaşıyor.
Vatandaş soruyor: Ne zaman olacak?..
Bilim insanı sabırla cevap veriyor: Kimse bilemez, şu an da olabilir, yarın da, bir yıl sonra da, üç yıl sonra da. Ama olacak.
Vatandaş cevaplıyor: O zaman korku salmayın bize.
Korku salmak mıdır bilim insanının söylemi?..
Vatandaşın bakışıyla kuzu kuzu beklenirse sonraki acının vahamet boyutu?
Deprem yokluyor her gün bir başka noktayı.
Peki biz ne yapıyoruz?..
Teyakkuz halinde olmalı devlet.
Normal şartlarda, normal aklın işlediği ülkelerde; örnek verelim, başkentteki finansal kuruluşlar alınıp da İstanbul’a taşınmaz…
Tam tersine önemli kurum ve kuruluşları İstanbul’dan alıp Ankara’ya götürmeli.
Ama biz ne yapıyoruz, İstanbul’a finans merkezi.
Ankara’yı taşıyoruz.
Normal şartlarda, normal devlek aklının işlediği ülkelerde, örnek verelim; Kanal İstanbul diye doğanın canına okuyacak bir projeye(!) sevdalanılmaz…
Tam aksine doğanın dengesini bozacak en küçük yanlış hareketten kaçınılır…
Teyakkuz halinde olmalı devlet ve belediyeler…
1.derece kuşak üzerinde bulunan, aktif fay hattının geçtiği tüm yerleşim noktalarında tüm binaların tek tek ele alınıp re’sen kontrolü gerekir.
Ekonomik darboğazın içinde hayatını idame ettirmeye çalışan vatandaşa atarsanız topu gücü yeten kentsel dönüşüme girer de ne diyeceğiz gücü yetmeyene; sen ölümü bekle mi?
Devlet olmak ciddiyet, sorumluluk, ağırlık, disiplin gerektirir.
Çevreye, şehirciliğe, iklim değişikliğine bakan; benzetelim 3 karpuza, bunların hepsini aynı koltuk altında taşıyan bir bakanlığımız var biliyorsunuz.
Çevre ve şehri, bir arada nasıl bağdaştırabiliyorlar burasını anlamak bile muamma ama şehircilik kısmına seslenelim bari de çevreyi kurtarmayan bakanlık bari şehirleri kurtarma çabası içine girse de bakanlık ve belediyelerin işbirliği ile her yerleşim yerindeki binalara tek tek bakmaya başlasalar…
Zaman zaman bu noktada çıkan haberler ve parlayıp geçen çalışmalar sönüp gidiyor, devamı gelmiyor hiçbirinin farkında mısınız?
Gerekiyorsa tüm işi gücü bırakıp merkezi kurumların, belediyelerin birinci önceliği bu olmalı…
Şakası var mı?..
Ne depreme hazırız ne deprem sonrasına.
Maraş depreminden sonra ne hale geldiğimizi gördük.
Kaç ay geçti, daha çadırda yaşayan vatandaşımız var.
Çadır tedarikinde bile ne hale düştük, konteynır bulan, beş yıldızlı otele girmiş gibi oldu da konteynır sıkıntısı bile aylarca sürmedi mi?..
İstanbul’dan bahsediyoruz…
3,5-4 şiddetinde depremin bile ne kadar korkuttuğu ortadayken…. Güvensiz yaşamlarımızda “bugün deprem olmasın” diye dua etmekten başka vatandaş bir şey yapamıyor…
Kamu da kendi dünyasında…
Devletin tüm birimleri teyakkuz halinde olmalı.
1999 sonrası yapılan deprem toplanma alanlarından elimizde kaç tane kaldı?..
Geçiniz; deprem olduğu an İstanbul’un cadde ve sokaklarına ulaşmak olanak dışı olacak…
Betona gark olmuş haldeyiz…
Devlet teyakkuz halinde olmalı…
Devletin başındaki iktidar teyakkuz halinde olmalı…
Tüm kamu devlet aklını işleterek sorumluluk duygusuyla yapılması gerekenin peşinde koşmalı…
Vekiller her gün “teyakkuz” halinde bulunmalı ve depremin takipçisi olmalı…
Kısır siyaset, sığ siyaset “mangal” yapmaktan daha faydalı uğraşlar edinmeli…
Üniversiteler, bazı rektörlerin özel ofisi halinden çıkıp bilim adına en azından deprem için seslerini çıkarmalı…
1999’dan beri böyle olmalıydı.
Hazin ötesi bir umursamazlık ve boş siyasetin ortasında öyle büyük bir vebal var ki günümüzün siyasetçilerinin omuzlarında!
Farkındalar mı ki?