Bugün bazı gazeteler ile sosyal medya ağlarında 

 - "kanserin ilacı bulundu"

- "kansere dur dediler"

veya 

- "bu ilaçla kanser tarihe karışacak

benzeri çarpıcı başlıkları içeren haberleri gözümü dört açarak okudum!

Hayretlere düştüm!

Kendime geldiğimde kahkahalar eşliğinde;

"Geç bunları, anam babam, geç;

Geç bunları bir kalem;

Bilirim ben yaptığımı." 

dizelerini mırıldanıyordum Orhan Veli'nin ..

Bunu şundan söylüyorum.

Kanser beni bir değil, iki kez yakaladı hayat koşusunda.

Biri kolon, diğeri akciğerdi.

10 yıldır

birbirimizi alt etmek için açık arayan iki aksi sevgili gibiyiz kanserle..

İllet bedenine girdi mi bir kez, zor oluyor ayrılması ve tutup atması. 

Karşılıksız kara sevdaya tutulmuş gibi hissediyorsunuz.

Onu lâyık olduğu yere göndermem amacıyla

kimler ne taktikler vermedi ki.

Ot, böcek, çay, çorbadan tutun da 

kırk yıl düşünsen akla gelmeyecek metotları önerenler oldu.

En ilginciyse "üç gün kaplumbağa kanı iç, kendini eskisinden sağlam hissedeceksin" şeklinde olanıydı.

Bir ara 'şunu denesem mi ki' diye sordum kendime de. Sonra bi daha düşününce delirip(!) az daha tokatlamaya başlayacaktım sağlı sollu suratımı..


Kardeşlerim,

İllet bedeninde harekete geçince

Moralman çöküyorsun,

Her söylenene inanıyorsun.

Çaresiz hissediyorsun kendini.

İşte o an, insanın zaafından kazanç elde etmek isteyen kimi şarlatanlar giriyor devreye..

Başlıyorlar kanınızı emmeye!

Onu da, bunu da, şunu da deneyeyim derken

bir de bakmışsın elde avuçta bir şey kalmadığı gibi

musalla taşına getirip bırakmışlar bedenini

son duanı okuyorlar!



İnanmayın, kanmayın her yazılana, çiziline, söylenene..

Ne mi yapıyorum ben 10 yıldır?

İlk önce 

Doğru doktoru buldum. 

Doğru tanı, doğru tedavi, doğru dozajla devam ediyorum.

Bence her şey bu düzlemde.

Gerisi teferruat. 



Onu da şöyle açıklayayım;

Doğruyu bulduktan sonra beni bana emanet eden yaratana koşulsuz teslim ettim kendimi.

"Ben olmasam bu işler yürümez" demek yerine, oluruna bıraktım her şeyi.

"Eyvallah", "Haklısın", "Hamdolsun" ve "Elhamdülillah" kelimelerini çok kullanırken, hiçliğim geliyor her daim aklıma.

Örneğin

Ölümle bir, beraber yaşamayı öğretti hiçlik bana..

Önceleri sevemediğim hayvanlara şimdi psikolog gözüyle bakıyorum.

Bununla beraber, 3 maymunun yanına bir tane daha ekleyip 4. maymunu oynuyorum kimi vakit!  Oynarken kıçımı başımı oynatmıyorum tabi. Kim neyi hak ediyorsa, ona hak ettiğini vermeyi düstur edindim.

Böylece hem kendim üzülmüyorum, hem de karşımdaki hak etiğini alıyor!


Altın kadar değerli olmasa da hayatımı kolaylaştıran kurallar arasına şunu da ekledim.

Hayatımı benim için bir başkası yaşamıyor.

Çok istese de yaşayamaz!

Yakınlarım dahil.

Her ne kadar "egoizm" denilse de adına "önce ben değerliyim" diyorum.

Bunu şundan söylüyorum;

Ben yaşarsam sevdiklerim de yaşayacak benimle.

O sebeple, önce ben güçlü olmalıyım, sevdiklerimle daha çok ömür geçirmek istiyorsam.

Bir de şu "el alem ne der" baskısını çok hissettiğimizden olsa gerek, içimize atıp her şeyi hayatımızı zehir ediyoruz genelde kendimize.

O tabuyu da yerle yeksan ettim ben.

“Allah ne der” ona bakıyorum tek.

Ekleyecek çok şey var,

var olmasına da..

En önemlisi, en doğrusu şu;

Birincisi

Sizi strese sokacak ortamlardan uzak durun.

İkincisi

Sağlıklı iken bağışıklık sisteminizi güçlü kılacak besinleri yiyin, için..

Benim tavsiyem;

Bir çay kaşığı bal, bir çay kaşığı toz zerdeçal, bir çay kaşığı toz zencefili, bir tutam kara biberle karıştırın.

Her sabah bir bardak limonlu ılık su içtikten sonra bu karışımı gönül rahatlığıyla tüketin.

Velhasıl havalar da soğudu. Bol limonlu zencefil çayı içebilirsiniz her akşam. Acı dersen, azıcık bal koyabilirsin fincana...

Kafanıza takılı bir şey kaldıysa arayın, elimden geldiğince, aklım erdiğince, dilim döndüğünce yaşadıklarımı paylaşayım..


Ez cümle;

En başa dönüp tekrar hatırlatayım;

İllet girdiyse bedenine, şükret Yaratana.

Sakın inanıp, kanma şarlatana...

Selametle.