Balıkesir’in İvrindi kazasının tanınmış kişilerinden Hacı Hafız Mehmet Efendi’nin bacanağı Balkan Savaşından önce vefat eder. İki oğlu öksüz kalır. Hanımı, oğulları Mustafa ile Hüseyin’i çeşitli zorluklar içinde büyütmeye çalışır.

Mustafa biraz büyükçedir annesi oğlunu evlendirmeyi planlar. Oğlu için beğendiği bir kızın ailesine aracılar göndererek “haber uçurur”. Sonra “büyükler” vasıtasıyla görüşmeler yapılır.

Bu arada annesi Mustafa için çevrede adet olduğu üzere bir nişan bohçası hazırlar. Aynanın önüne koyar. Haber beklemeye başlar.

Kız evi, naz evi” denir ya, cevap geciktirilir. Fakat bu arada birileri; işin olacağını, biraz naz yapıldığını , merakta kalmasınlar, diye fısıldar.

Çağırılmayı beklerler.

Zaten nişan bohçası da hazırdır.

Gidilip, “kız istenecek” ve resmen nişan takılacaktır. “Hani “eli kulağında” derler ya; gelen bilgilere göre bir,iki gün içinde : “Gelin.! İsteyin.! Nişan takalım.!” daveti gelecektir.

Tam o sırada İvrindi’ye Balıkesir’den gelen emir üzerine Nahiye müdürü bildirilen yaşlardaki bütün gençleri toplatır, onlara seferberlik olduğunu, hazırlanmalarını, ertesi sabah erkenden yola çıkmaları gerektiğini, bildirir.

Mustafa ile Hüseyin’de silah altına alınacaklar arasındadır. Büyük bir sevinçle, neşe ile eve koşarlar; gururla annelerine; askere çağırıldıklarını, sabah askere gideceklerini söylerler.

Anacağızları hem sevinir,hem üzülür.

Oğlum..Mustafam..Bugün, yarın haber gelecek. Bohçan hazır. Bari nişan taksaydık da öyle gitseydin..” der.

Anam..Gelince takarız be..Bu harp hep böyle sürecek değil ya..Bir kaç aya kadar biter..Bohça yerinde dura dursun.. Gelince takarız..”

Peki..” der anacağızı çaresiz..

Bohça aynanın önünde biraz bekleye dursun bakalım..

Hemen her iki oğluna hazırlık yapmaya başlar. Torbalarını hazırlar. Çorap, çamaşır, öteberi koyar.

Ertesi gün,köylerden gelen diğer gençlerle birlikte Mustafa ile Hüseyin de dualarla askere uğurlanır.. Anaları sular döker arkalarından, sağ salim dönsünler diye

Ve giderler…Gidenlerden bir daha hiç haber alınmaz…

Zaman hızla geçip gider. Bohça hep aynanın önünde durur.

Evde badana olur, temizlik olur, bayram olur o bohça hep orada ,ilk koydukları yerde, hep ayni yerde durur. Evdeki diğer akrabaların, düğünleri olur, misafirler gelir gider, şenlikler, bayramlar yapılır. Nişan bohçası hep orada durur.

İnsanları çoğu, o bohçanın orada neden durduğunu bile unuturlar. Ama Nişan bohçası sararmış, solmuşsa da ,hep oradadır. Orada durur.

Elbet Mustafa ile Hüseyin’i gelecektir. Nişan o zaman takılacaktır. Mustafa’ya istenen kız başkasıyla evlenir. Aman..Mustafa'sına kız mı yoktur…?

Anne, yıllar içinde yaşlanır. Hastalanır..Öleceği anlaşılınca akrabalar, hısımlar ve komşuları başına toplanırlar..Ölüm döşeğindedir..Başında beklemekte, dua etmektedirler..

Anne bir ara kendine gelir. Gözünü açar. Etrafına bakar. Fısıltıyla:

“Bana Mustafa'mın nişan bohçasını getirin…!

Aynanın önündeki, artık eskimiş, solmuş eski bohçayı getirirler. Yanına bırakırlar.. Anne, zorlukla alır, göğsünün üstüne koyar.. sessizce, göz yaşı dökerek okşar bohçayı.. Okşar. Okşar.. Okşar..

Birden irkilir.. Eliyle oradakilere işaret ederek:

“Çekilin..Çekilin..! Kenara çekilin..! Mustafa'mla Hüseyin'im geldi.! Çekilin.. Kanlı elbiseleriyle oğullarım geldi. Çekilin..!

Ruhunu teslim eder..

Bana anlattıklarına göre orada bulunanların hepsi ölmeden önce annelerinin oğullarını gördüğüne inanıyorlardı..

...