Hayat bu, vefa da vardır veda da…

Vefa da güzeldir, veda da…

Vefa güzeldir, ona sonra gireyim.

Veda güzeldir, bunu söyleyeyim önce…

Veda buruktur, acı verir. Acı demler, damıtır yüreğinde insanın. Ama inanın, güzeldir. Acıdan haz almaktan söz etmiyorum O başka bir şey.

Veda ettiğinde her şey geride bırakıp gidiyorsun ya, uzaklaşıp gidiyorsun ya uzaklara! Bir daha dönmemek üzere gidiyorsun ya! Neler götürüyorsun yanında neler! Nice güzel şeyler, hatıralar… Acı da olsa, senin ya onlar, güzeldir. Senindir çünkü. Seni pişiren acılar, seni sen yapan acılar, sana sen ekleyen acılar. Senin tahammülüne tahammül katan acılar. Hepsi senin ve hepsi çok güzel! Çünkü hepsi senden bir cüz! Her biri ‘’Sen’’ in mütemmim cüzün.(=tamamlayıcı unsur). Çünkü senin.

  Veda ettiğinde her şeyi geride bırakıyorsun ya, uzaklaşıp gidiyorsun ya uzaklara! Bir daha dönmemek üzere gidiyorsun ya! Neler bırakıyorsun geride neler! Nice yaşanmışlıklar, nice acı-tatlı hatıralar… Sıcak gönüller, kırık, mahzun kalpler, yaşlı gözler, gök-kubbede ebediyete kadar yankılanacak hoş bir seda… Dudaklarda yarım kalan tebessümler, üzerine firakın kara bulutlarının gölgesi düşmüş, yanaklarına doğru yürürken donakalmış gülüşlerle bezeli solgun yüzler, çocuk yüzler, sıcak yüzler… Bu vedanın ardından mahzun mahzun bakan derin gözler, çırpınan nemli kirpiklere tutunmaya çalışan inci taneleri…

  Mazide eğleştiğim duraklardan biri, ilki, Adilcevaz. İlk öğretmenliğim, ilk kez çocukların güzel hayallerle bezeli dünyasına girdiğim yıllar. İlk kez öğrettiğim ve öğrendiğim yıllar.

  Fransızca öğretmeniyim. Meş’um(= kötü, uğursuz ) 28 Şubat sürecinin yiğit adamı Hasan Celal Güzel’in (rahmet olsun), Milli Eğitim Bakanı (21.12.1987-31.03.1989) olduğu yıllar.

Bakanlıkça yapılan bir mevzuat değişikliğiyle, okullarda öğrencilerin eğitimlerini alacakları yabancı dilin seçiminin kura ile değil öğrencilerin isteklerine bırakılmasına karar verilmişti.

  Adilcevaz’da 16 Nisan 1986’ da göreve başladık. Bir süre çalıştık ve güzel çocuklarla tanıştık. Kimi mutlu-mesut, şen-şakrak kimi hüzünlü; kimi Türkçe konuşmakta zorlanan, kimi şiveli Türkçesi, tatlı kelamlarla sohbetlere daldığımız; kimi kentli, kimisi başı karlı Süphan Dağı'nın eteklerine serpiştirilmiş tek katlı birkaç toprak evden oluşan mezralardan gelmiş yurdum insanının kavruk çocukları… Geçen kısa süre içinde muhabbet hatlarını kurmuş, derinden derine bilgi ve sevgi iletişimi başlamıştı.

  Ben sevdim çocukları, öğretmenliği. İşte böyle bir ortamda geldi yeni uygulama.

  O zamanlar Adilcevaz Lisesi’nde orta-lise bir arada eğitim görüyor. Öğrencilerin yabancı dil seçimi konusundaki tercihlerini belirlemek üzere bütün öğrenciler toplandı bahçeye. (Bu vesile ile selam olsun Değerli Hocam, Müdürümüz Özer Bey'e; müdür yardımcıları, meslekte ilk rehber öğretmenim Yavuz Bey'e, adaşım Dilaver ve İbrahim Bey'e.)

Hepimiz, okulun tüm personeli, öğrencisi bahçedeyiz.

Özer Bey hoparlörlerden durumu anlattı ve sordu:

-İngilizce isteyenler şu tarafa geçsin!

Okulun belki yüzde yetmişi-sekseni bir tarafa ayrıldı.

-Almanca isteyenler!

Kalanların yüzde on-on beşi de ayrıldı.

Fransızca’ya kala kala yüzde beş-on civarında bir avuç öğrenci kaldı.

 Daha sonra muhtemelen velilerin görüşlerine de başvurulacaktır fakat, genel havayı yoklamak için böyle bir yola başvurdu okul yönetimi. Genel hava görüldükten sonra öğrenciler dağıldılar bahçeye, teneffüse.

Okulda iki Fransızca öğretmeni var, biri ben, diğeri müdür yardımcılığı görevini de yürüten Yavuz Bey Hocam.

Nisan 1986'da göreve başlayan, çiçeği burnunda Fransızca öğretmeni ben, boşa düşüyorum. Aldı beni bir düşünce! Çok bilmesek de usulü, herhalde Bitlis'in sınırları içinde, orada da yoksa bütün Türkiye sathında açık olan her norm muhtemel bir yerdi atanmam için.

 Üzüldüm tabi, çok üzüldüm… Daha işin başındayım, daha yeni başlamışım.

 Bozuldum, bir garip boşluğa düşme hali yaşadım.

Öğrenciler diğer dillere bölünüp Fransızca ‘ya bir şey kalmayınca öğretmenlerin ve çocukların belki ne düşündüğümü ya da ne hissettiğimi anlamak için ‘’Ne olacak şimdi?’ mealinde bana bakışları.

Garip bir boşluk ve işe yaramazlık duygusu içinde eski okul duvarının öylece dururken bir grup öğrenci geldi yanıma. Başlarında, daha sonraki yıllarda,  ‘’Üniversitede, lisede öğrendiğim Fransızca ile üniversitede 90-100 alıyorum hocam.’’ dediğinde çok mutlu olduğum, hem çok çalışkan ve hem çok zeki bir öğrencim bir var. Bu öğrencim ‘’Hocam Fransızcayı kimse seçmezse ne olur?’’ dedi. (Seçmedi de zaten.) İhtiyaç kalmadığında bizi de ihtiyaç olan başka bir okula başka bir ilçe ya da ile gönderirler herhalde kızım.’’ Dedim. ‘’Ama olmaz ki hocam!’’ dedi. ‘’O zaman arkadaşlarla konuşuruz, biz seçeriz Fransızcayı; göndermezler o zaman sizi, olmaz mı?’’ dedi. ‘’Bakalım kızım, bakarız, sağ olun, bekleyelim bakalım ne olacak?’’ dedim.

  İçim bir garip. Tarif edemediğim duygular yüreğimde karmakarışık fırtınalarla her şeyi allak-bullak ediyor, ne yönde yürüteceğime karar veremediğim düşünceler beynimde bir sağa bir sola çarpa çarpa düşünce dünyamı harabeye çeviriyordu.

 O zaman kaçıncı sınıftaydılar hatırlamıyorum. Çok sevindim bu sözlere. Başka bir yere atanmayacak olmama değil, çocuklarımın böyle bir yöntemle benim okuldan ayrılmaktan kurtulmamı sağlamaya çalıştıklarına çok sevindim. Çok mutlu oldum. Herkes gibi onlar da İngilizceyi istedikleri halde, sadece öğretmenleri okuldan ayrılmasın diye yabancı dil olarak Fransızcayı seçeceklerdi.

 Çok mutlu oldum, bu vefa beni çok duygulandırdı.

 Ben bütün öğrencilerimi çok seviyordum, hepsini. Demek ki onlar da ifade etmeseler de, edemeseler de beni çok severlermiş meğer. Hem de ne çok!...

Vefa ne güzel bir şey diye geçirdim içimden.