KURBAN Bayramının son günüydü sevenlerimle vedalaşıp şifa için İzmir'in yoluna düştüğüm gün.

9 Kasım'da yatış yapmıştım 9 Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'ne.

Atatürk'ün öldüğü gün ve tesadüfe bakın hemde aynı saatte ben bıçak altına yatıyordum dünyaya daha sağlıklı dönüş yapmak üzere..

Ameliyathaneye sedye üzerine götürüldüğüm ve doktorum Aras Emre Canda ile ekibinin usta ellerine teslim ettiğim an gözlerimin önünde sadece..

Sonrasında neler oldu, yaşandı, bitti hatırlamıyorum.

Hastanenin en üst katındaki 1216 nolu odama yaklaşık 6 saat sonra getirilmişim.

Kendime geldiğimde bedenimin birçok yerinde tıbbi aletler vardı.

O an kendinizi çaresiz ve yatağa mahkum hissediyorsunuz.

Ameliyat sonrasında öyle bir tabloyla yüzleşeceğimi hiç tahmin etmiyordum.

Kapalı, yani laparoskopik yöntemle gerçekleştirileceği söylendiğinde ameliyatın bana, "ne olur ki, 3-5 saat sonra ayağa kalkarım" diye düşünmüştüm hep.

Hiçte öyle değilmiş meğerse.

Kalın bağırsağımdaki 30 santimlik bölüm kesilip çıkarılıyordu. az-buz birşey değil yani.

Yataktan kalkıp ilk adımımı atmanın bile 2 gün sonra olduğunu yaşayınca, koluma girerek o adımları attığımda dünyaya yeniden gelmiş gibi hissederken kendimi anlıyordum bende bu operasyonun ciddiyetini.

Biz '3-5 saat sonra ayağa kalkar, 3-5 gün sonra da eve döneriz' diye gittiğimiz 9 Eylül'deki tedavi sürecimiz 20 günü gördü.

Anlayacağınız benim tahmin ettiğim gibi bir ameliyat değilmiş.

Çünkü bağırsağın bir bölümü kesilip çıkarıldıktan sonra, iki uç zımbalanarak birbirine bitiştiriliyor.

Kaynaması zaman alıyor ve bu süre zarfında sadece sıvı geçebiliyor boğazınızdan.

Ayrıca vücuda giren ve çıkan sıvının sürekli olarak ölçülmesi gerekiyor ki bir kaçak olmasın.

Bağırsakların tekrar harekete geçmesi de ayrıca önemli.

Aras hoca ve ekibi hafta boyunca gözlem altında tuttu beni. Ameliyat başarılı da geçse, riskleri sürüyordu. En küçük bir ateş yükselmesi durumunda bile yeniden ameliyathaneye alınacağım kesindi.

Zor geçen haftanın sonunda

doktorumun; "Galiba tehlikeyi atlattınız" sözünün beni ne kadar sevindirdiğini anlatamam. Arkasından da şu uyarıyı yaptı:

“Vücut kaynaklarınızın neredeyse tamamını tükettiniz. Şimdi nekahet devresinde kendinizi toparlayacaksınız.”

Bunları şunun için sizlerle paylaşıyorum.

Tedavimin devam ettiği günlerde, Başbakanımızın da ameliyat olduğu televizyonlarda flaş haber olarak duyuruluyordu.

Detayları açıklandığında sayın Başbakan'ın da benimle aynı operasyonu geçirdiğini öğreniyordum.

Birkaç gün sonra bir haber işittim, 'Başbakan, Bakanlar Kurulu toplantısına katılacak' diye ekranlardan.

Şaşırdım.

Sidmoid operasyonu geçiren biri nasıl olurda 4-5 gün sonra ayağa kalkabilirdi.

İmkansızdı çünkü bu.

O an şöyle demiştim, "Başbakan ayağa kalkarsa, ben uçarım!".

Nitekim Başbakan için de hariçten konuşup '3-5 gün sonra görevine dönecek' diyenler yanıldı.

Demek istediğim şu.

Hiçte kolay bir ameliyat değildi bizlerin geçirdiği operasyon.

O günden bugüne 40 gün geçmiş.

Ben 40 günde kendime gelerek işbaşı yapabildim (ki halen vucüdumda kırılganlıklar hissediyorum), sayın Başbakanımız 20. gününde çok hızlı bir dönüş yaptı.

Anlayacağınız benden daha diri, dirençli ve sağlam çıktı Başbakan..

Yine de kendine, temposuna en azından belli bir süreç çok dikkat etmeli derim.

Damdan düşen halden bilir derler ya.

Geçirdiğimiz ameliyat ağır ve iyileşme o kadar çabuk da olmuyor.

Hadi beni boşverin de, Türkiye'nin ve ülkemiz insanının Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğine daha çok ihtiyacı var.

Sana da bana geçmiş olsun sayın Başbakanım..

Son söz;

Yaradan tek bir kuluna dermanı olmayan, bulunmayan bir dert vermesin..