Seçimler bitti, ben bu satırları yazarken kesin sonuçlar henüz açıklanmamıştı…

Neticede son sözü halk söyleyecek; -ben ne dersem o olur- diyecek.

Yapay zekâ teknolojisinin öne çıktığı, çakma kasetlerle, deep fake videolarla itibar suikastlığı yapıldığı farklı bir seçim süreci yaşadık.

Haftalarca seçimleri konuştuk, seçimleri yazdık.

Yapılan anketlerin her birinde farklı sonuçların çıkması, seçim sonuçlarını tahmin edilemez bir hale getirmişti.

Öyle ki son ana kadar -şu kazanır- diyemedik.

Gerçekten de heyecan son sandıklar açılana kadar sürdü ve sonuçta Cumhurbaşkanı seçimleri ikinci tura kaldı.

Hayırlı olsun.

Bundan sonra yapmamız gereken kim kazanırsa kazansın “kutuplaşmalara” imkân vermemek olmalı…

Çünkü sosyal refaha, adalete, temiz ve güçlü bir devlete, siyasi partilerimizle, Sivil Toplum Örgütlerimizle, Kamu kurum ve kuruluşlarımızla yani hep birlikte ulaşabiliriz.

Bunu yaparken siyasetçiler farklı bir dil söyleyebilir.

Farklı ilkeler geliştirebilir.

Farklı yol haritası izleyebilir.

Ama tüm bunlar kutuplaşma sebebi olmamalı…

En azından benim anladığım siyaset bu değil.

Ben siyaseti iki ayrı uçtan oluşan bir yapı olarak görmüyorum.

Bir ucunda Sol bir ucunda Sağ yok bana göre…

Günümüzde öne çıkan kavramları kullanacak olursak; siyasetin bir ucunda Laiklik, diğer ucunda Din yok…

Laikliği alıp yerine dini veya dini alıp yerine laikliği koyamazsınız.

Bu ikisi mutlaka karşıt olacak diye bir şey yok…

İkisini birbirinin alternatifi olarak görürseniz kutuplaşmaktan ve dolayısıyla çatışmaktan öteye gidemezsiniz.

Neden iki ayrı uç arasında bir tercih yapmak zorunda bırakılıyoruz ki?

Biri iyi diğeri kötü mü?

Dün Sol-Sağ,

Bugün Laiklik ve Din,

Yarın Alevi-Sünni, ileride bir başka kavram…

Bu böyle devam edip gidecek mi?

Siyasetçiler, “farklılıklarla” çatışmak yerine bunların ayrılmaz bir “bütün” olduğu yönünde politika geliştirmeyi neden düşünmezler?

Sonu olmayan kavgalar, çatışmalar, tartışmalarla mı geçecek günlerimiz?

Toplum olarak hep bir kafa karışıklığı içinde mi yaşayacağız?

Eğer bir şekilde siyasete atıldıysanız zor olanı seçmişsiniz demektir.

İşin kolayı kenarda kalmaktı…

Etliye sütlüye bulaşmadan yaşamak, sonu gelmez siyasi tartışmalar yapmaktı.

Eski milletvekilimiz rahmetli Kudret Bölükoğlu, bir sohbetimizde ilçe başkanlığı döneminde, belediye meclisine üye belirlemek için kapı kapı dolaştığını anlatırken, ‘işlerimiz bozulur’ düşüncesiyle insanların siyasete girmeye pek sıcak bakmadıklarından bahsetmişti.

Ve ardından eklemişti: “Hem göreve gelmezler hem geleni beğenmezler…”

Genel anlamda siyaset anlayışımızı özetleyen tarihi bir cümleydi bu bana göre.

Oysa hepimiz taşın altına elimizi sokmak zorundayız.

Ben bir kenarda durayım, kim ne yaparsa yapsın, yapılanı alkışlarım, yapamayanı da eleştiririm anlayışını bir kenara bırakmalıyız.

Bu bizi bir yere götürmez aksine kutuplaşmalara sebep olur.

Buna izin vermemek ise sadece bizlerin elinde…