Kardeşlerim,
Balık hafızalıyız biz.
Unutuyor çok çabuk.
Yaşadığımız olaylardan hiç mi hiç ders almıyoruz.
Alsak da ciddi şekilde olmuyor bu ders.
Çok değil, 18 yıl önce oldu Marmara Depremi. Yüreklerimiz yanmakla kalmadı, binlerce ocağımız söndü.
Gölcük, Yalova, Adapazarı, Kocaeli..
Ovaların üzerinde ne var, ne yoksa yerle yeksan oldu.
Oysa bu yerlerin eski yıllarına baktığınızda, yerleşim alanlarının dağ, taş eteklerine kurulduğunu görüyorsunuz.
Tıpkı bizim şehrin 1925 manzarası gibi. 
★★★
Nüfus arttıkça, kapitalizmin iştahı öyle bir açılmış ki, doymak bilmemiş.
Domatesin biberin yetiştiği, kavun karpuzun olgunlaştığı bahçelere.. Artan talebin karşılanması için yeni sebze meyve fideleri yerine apartmanlar dikilmiş!
Tarımda kendi kendine yeten dünyanın yedi ülkesinden biriyken geldiğimiz durum hepimizin malumu.
Bir de can korkusu var. 
Ama bunu depremden depreme hatırlıyoruz. 
Allah rahmet eylesin.
Ahmet Mete Işıkara diye bir ‘deprem dede’miz vardı.  7'den 77'ye hepimizi bilinçlendirmesi sayesinde bazı açıklar kapatılsa da.. 
Henüz aklımızın başımıza geldiği söylenemez.. 
★★★
Yapılar şimdilerde depreme dayanıklı şekilde dikiliyor!
Bu yönde yasa ve yönetmelikler var.
En azından dökülen betonlar deniz kumu, demiri teneke değil.. 
Büyük gelişmedir bunlar elbet 1. derece deprem kuşağındaki bir ülke, bir şehir için..
Yeter mi?
Yetmez!
Birde şu birinci sınıf tarım alanlarını beton yığınına dönüştürmekten vazgeçmeliyiz. 
Bir zeytini, bir villaya değişmemeliyiz.
Bir fidanı, bir ton altına kesmemeliyiz.
★★★
Aklımın cevaplandıramadığı bir soru daha var:
Kimler yutturdu bize;
Yüksek katlı apartmanlarda yaşamayı medeniyet diye..
Çağımızda yüksek binaları dikmek çok kolay, yaşanabilecek alanları çoğaltmak, yapmak zor!
★★★
Demem şu ki; 
Kavunu, karpuzu.. Domatesi, biberi apartmanda yetiştiremeyiz ama dağı dümdüz ederek rezidans dikebiliriz. 
Ticaret ve konut alanlarını da bir mevzuata bağlasak var ya...
Zelzele dediğin şey Japonlardan sonra Türklere de vız gelir tırıs gider!
★★★