BALIKESİR Gazeteciler Cemiyeti'nin hazırladığı "Yerel Medyanın AB standartlarında Demokrasiye Katkısı, Gazeteciler AB medyasının yapısını öğreniyor" projesi kapsamında gidip gördüğümüz İngiltere ve Fransa'daki gözlemlerimiz aslında anlatmakla bitirebilecek boyutta değil.
Herkesin gidip görmesi, yaşaması ve Avrupa kentlerinin havasını soluması, oradaki nizam intizamı gözlemlemesi gerekiyor.
Söylenebilecek, aktarılabilecek herşeyi paylaştım diyemiyorum, çünkü gördüklerimiz ve yaşadıklarımız hiçte alışık olduğumuz şeyler değil. Hele hele bizim yaşam tarzımıza bire bir tezat!
Gerek Londra, gerekse Paris'te bulunduğumuz süreçte genellikle sosyal yaşama, insanların davranış biçimlerine, cadde ve sokaklarına, yaşam alanlarına dikkat ettim. 
Biz Türkler ile Avrupalılar arasında ne gibi farklılıklar bulunduğuna, ayrıca bizim onlardan, onların bizden üstün olup olmadıkları yönlere bakmaya çalıştım.
İnanın işin içinden bir türlü çıkamadım. Hangi konuyu, neresinden ele alabileceğimi bilemedim. 
Düşünüp, taşınırken aklıma vatan şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un paylaştığı bir anısı geldi.
İslam aleminin dertleri ile yüreği yanık olan ve ve kendini milletine adayan kahramanımız Mehmet Akif,  1900'lü yıllarda Berlin'e gitmiş. Bir süre sonra döndüğünde, batıyı merak edenlerin yönelttiği "Üstad yediklerin, içtiklerin sen olsun. Gördüklerini anlatırmısın. Avrupa nasıldı?" şeklindeki klasik soruya iki cümlelik şu karşılığı vermiş: 
“İşleri var bizim dinimiz gibi, dinleri var bizim işimiz gibi..” 
Hem düşündürücü, hem çok manidar. 
Hem kısa, hem öz.
Dahası her yaştan herkesin anlayabileceği şekilde. 
Toplumdaki yozlaşmayı tembelliği ve gerçeklerden uzaklaşmayı ifade etmesi yönünden önemlidir üstadın bu sözleri.
Mehmet Akif'in bu deyişi günümüzde de geçerliğini sürdürüyor.
Sadece şunu söylemek isterim. 
Elhamdülillah Müslümanız. 
Ancak, Müslümanların, bir Müslüman’a yakışmayan pek çok özelliği var
Miskinlik, ümitsizlik, gıybet, düşmanlık besleme, hasetlik etme gibi pek çoğunu sayabiliriz.
Her biri için yaşanan pek çok şey anlatmak mümkün.
Dinimizdeki emirlerin birçoğunu gerçek şekliyle hayatlarına sokanlar, çok üzücüdür ki, bizlere çocukluğumuzda "gâvur" diye öğretilenlerdir.
Batı hayranı olmayı kendimize yakıştırmayı doğru bulmuyorum. Lakin Mehmet Akif’in, bir asır önceki izlenimiyle bugünkü durum ve vaziyetin aynı olması üzücü.
Benim ise, bir aylık İngiltere ve Fransa seyehatinden çıkardım sonuç şu: 
Onlarla bizim aramızda dağlar kadar fark var. 
Bunun abartısız bir asır olduğu izlenimini edinsemde, ülkem adına yine de çok umutsuz değilim.
Ancak, Müslümanlar’ın “gavur”a yakışmayan sıfatları terkedeceğine olan inancım çok zayıf.
Avrupayla bizim aramızdaki farkın ne boyutta olduğuna en güzel karşılığı veren milli şairimizin bir de öğüdü var bizlere: 
 “Felâketin başı, hiç şüphe yok, cehâletimiz;
Bu derde çâre bulunmaz – ne olsa – mektebsiz;
Ne Kürd elifbayı sökmüş, ne Türk okur, ne Arab;
Ne Çerkes’in, ne Lâz’ın var, bakın, elinde kitâb!
Hülâsa milletin efrâdı bilgiden mahrûm.
Unutmayın şunu lâkin : “Zaman: zamân-ı ulûm!”
Ve Batı’yla aradaki mesafeyi kapatabilmek için;
“Sade Garbın, yalnız ilmine dönsün yüzünüz.
O çocuklarla beraber, gece gündüz didinin;
Giden üç yüz senelik ilmi tez elden edinin;
şeklinde veya şöyle tavsiyede bulunmaktadır;
"Alınız ilmini garbın alınız san’atını;
Veriniz hem de mesainize son süratını.”
Bütün bu yalvarış, temenni ve tavsiyelere rağmen geldiğimiz nokta malum..
Bizimde Avrupa'da gördüklerimiz, yaşadıklarımız karşısında söyleyebileceğimiz çok fazla birşey yok aslında.
Avrupa Birliği'ne de ihtiyacımız yok. Bunu kesinlikle söyleyebilirim. 
Ancak şehirleşmeye bakışına, kültürüne, insana karşı olan saygısına, demokrasisine de kesinlikle ihtiyacımız var.. Bunu başardığımızda inanın, bırakın Avrupa'yı bir kenara, Türkiye dünyanın en iyi yaşanılabilecek ülkesi olur..
Ders aldık mı?..
Evet aldık..
İnşallah hayatımız boyu unutmayız..
....