Özeleştiri yapmak istiyoruz bugün mesleğimizle ilgili.
Öylesine çürükler var ki, hangi birini anlatalım onu da bilmiyoruz.
Bu kadar ucuzlayacağını tahmin edemiyorduk gazeteciliğin.
Ehil olmayan hatta kirli eller tarafından yapılacağı da hiç aklımıza gelmezdi.
Meydan özde değil, sözde gazeteci(!)lerle dolu.
Tehdit deseniz!
Var..
Şantaj deseniz!
Var..
Hırsızlık deseniz!
Var..
Üçkağıtçı deseniz!
Var..
Bukelamun deseniz!
Var..
Dolandırıcı deseniz!
Var..
Yalakalık deseniz!
Var..
Kara çalmacı deseniz!
Var...
Sahibinin sesi deseniz!
Var..
İş takipçisi deseniz!
Var..
Duygu sömürüsü deseniz!
Var..
Yok..yoook..
Diyemiyoruz.
Hepsi var..
***
İşin en kötü yanı ne biliyor musunuz?
Karanlık geçmişleri bilinmesine rağmen bu sözde gazeteci geçinenlere prim verilmesi.
Aslında hiç şaşırmıyoruz bu isimlere nema verilmesine.
Çünkü, verenlerin de geçmişlerinin “tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş” misali pek parlak olmadığını biliyoruz.
Alın birini, vurun ötekine.
Geçenlerde kentin önde gelen isimlerinden biriyle aynı platformda yanyanaydık.
Başladı üçkağıtçı, tokatçı gazetecilerden dert yanmaya!
Lafı böyle tipleri toplum içine sokmayacaksın, asacaksın, keseceksin demeye getirdi..
Zatı muhterem, büyük insan bunları bana anlattığı sırada 'tokatçı' dediği herif çıkıp gelmedi mi?
Bizimkisi oryantalleri bile kıskandıracak bir kıvırma yaptı ki sormayın!
Bir kucaklaşmalarını, bir samiyetlerini görecektiniz!
Vallahi de billahi de bunlar kırk yıllık dost, aralarında su sızmıyordur derdiniz!
İyi de be adam; ben senin samiyetine nasıl inanayım?
Neyse ki Allah büyük..
O'nun da gerçek yüzünü görmemizi sağladı..
***
Asıl aklımın ermediği ne biliyor musunuz?
Kendilerinin dürüst, namuslu, objektif gazetecilik yaptıklarını söyleyip, işadamlarına, bürokratlara, siyasilere giderek sonradan gazeteci(!) kimliğine bürünenleri sağda-solda kötüleyen; 
"O üçkağıtçının ve tokatçının tekidir. Bu mesleğin yüzkarasıdır. Gelip sizden ilan-reklam talep ederse, duygu sömürüsü yapıp para isterse inanmayın. Sakın ola yüz vermeyin."
dedikleri isimlerle bugün kolkola girerek aynı çatı altında buluşmaları.
Allah şahidimdir ki, anlamış değilim bunu.
Üç gün önce kalkacak;
"Bu adam üçkağıtçıdır, tokatçıdır" diyeceksin!
Beş gün sonra da kalkıp; piyasada dolandırmadığı kişi bırakmayan tokatçıya kucağını  açıp sahip çıkacaksın.
Dürüstlük bunun neresinde?
Etik değerler bunun neresinde?
Mantık bunun neresinde?
Şimdi soruyorum size;
Hiç aklı başında birinin yapacağı iş mi bu Allahaşkına!
Siz anladınız ne demek istediğimizi.
Anlamayanlara da bir fıkrayla anlatmaya çalışalım..
Sokaktaki sade vatandaşından popüler işadamına
Siyasilerden bürokratlara
Başkanından Valisine, siyasetçisinden bürokratına, esnafından işadamına kadar herkesin alması gereken bir şey olduğu inancınyadız
İşte bu fıkradan....
***
Ülkede  kriz gerçekleşmiş, iki Türk atmışlar kendilerini yurtdışına.
Bir-iki hafta barlarda zaman geçirip, hayatın tadını çıkartmışlar. Sonra iş aramak için kapıları çalmaya başlamışlar.
Bir gün, iki gün, bir hafta, iki derken, ümitleri iyice kırılmaya başlamış.
O sırada bir ilanı görünce gözleri parlamış:
“Çiftlikte çalışacak işçi aranıyor”.
Koşarak gitmişler...
Çiftlik sahibi, tepeden tırnağa süzmüş bizimkileri sonra ellerine birer kürek tutuşturmuş, büyükçe bir ahırın kapısına götürmüş.
Günde üç öğün yemek, saati 5 Avro karşılığında, ahırdaki gübreyi 50 metre ilerideki kuyuya taşımalarını istemiş. Yatacak yer de vermiş.
Umutsuzluktan umuda ulaşan bizimkiler, bir haftalık işi iki günde bitirivermişler. Ahır pırıl pırıl olmuş.
Çiftlik sahibi ağzı kulaklarında, bizimkilerin çalışmalarından son derece memnun, çiftlikte sürekli iş önermiş.
Bizimkiler, bir daha sokaklara düşmemek için kabul etmişler.
Adam, bu sefer onları tavuk çiftliğine götürmüş.
Makinenin başına gelmişler, anlatmış olayı; “Düğmeye basın, yürüyen bant çalışmaya başlar. Önünüzde iki kutu var, irileri sağ taraftakine, küçükleri sol taraftakine koyup, kutuları bantlayıp, ait oldukları kolilere yerleştireceksiniz”.
İş bu kadar basit, anlatmış ve gitmiş.
Geçmişler bizimkiler birer tarafa basmışlar düğmeye, bant hareket etmiş, önlerine bir yumurta gelmiş, almışlar ellerine, bakmışlar, bakmışlar, “İyi mi, kötü mü, büyük mü, küçük mü?” tartışmaya başlamışlar.
Bu arada, bant akmaya devam etmiş ve yumurtalar bantın ucundan çöp tenekesine düşmeye başlamış.
Çiftlik sahibi tesadüfen gelmiş yanlarına bakmış, onlarca yumurta boşa gidiyor, bizimkiler hala ellerinde bir yumurta tartışıyor.
Durdurmuş bantı, “Ne yapıyorsunuz?” demiş kızgınlıkla...
Gençler şaşkın bakınca, “Siz Türkiye'de ne iş yapıyordunuz?” diye sormuş.
Bizimkiler; “Gazeteciydik!”
“Belli”
demiş adam, “Bok atmayı çok iyi beceriyorsunuz ama, iyiyle kötüyü ayırt etmeyi bir türlü beceremiyorsunuz!”
***
YAZARIN NOTU:
Siz siz olun iyiyle kötüyü, güzelle çirkini ayırt edin.
İçinizde dışınızda bir olsun..
Üçkağıtçılara asla prim vermeyin!
Tokatçılar sizi tokatlamadan siz onlara Osmanlı tokadı çakın!
Bunu kendiniz için yapmasanız bile, kentiniz için, temiz basın temiz toplum için yapın.